Hani kızınca başını çevirir de hızlanıp saçların savrulur, o gözüne kurban olduğum yeller saçını okşayıp taşır ya kokunu, hani ben son kibritle sigaramı yakmışımdır, içerim içerim de senin de canın çeker, kibritimiz bitmiştir, başkasından ateş istemek yerine, kıvrım kıvrım süzülen, boşlukta dumanları, sigaramı alıp yakıverirsin ya ciğerlerini doldura doldura sigaranı ve koyarsın rujuna bulaşmış tütününü tablaya, sönmeye yüz tutmuş benimkinin yanında dumanları birbirine dolanırken biz zehirlerimizi birbirimize bulaştırıp, akıtırken kanımızı dudaklarımızla emerken ruhlarımızı, sen benim öznem, ben senin yüklemlerin olmuşken, fark etmeden külleri kalırken tablada tütünlerimizin, beyinlerimizi bulandıran düşüncelerden sığ sulara çıkabilmek için sadece gözlerimizde boğulmayı seçmiş, …
Hani dokunurken yüreğime, dakikalarımızı tüketiriz yelkovanlarda, sen durana kadar bırakmam elini ve ben yorulana kadar kapatmazsın ya gözlerini, …
İçerken kadehleri, hislerimiz sevişirken masa altlarında, soluklanıp ayaklarımız değer ya birbirimizinkine, hani konuşurken bir an gelir de susup sadece düşler âlemine akarız ya zindan karası gecelerde, hani soluklanmadan birbirimizi içeriz şaraplarla, birbirimizi bularız, …
Hani ben çizerken seni çuvaldan tuvallere, her inip kalkışında fırçanın dayanamayıp gelirsin, eline aldığın yeşil boyayı suratıma sürüp, tenini yanaklarıma sürter, nefes alırsın, … Hani nefes alırsın ya ciğerlerimde ve ben seni kaybetmemek için nefesimi tutup can çekişirim…
Hani hıçkırıklara boğulduğunda akıp giden rimellerini silerim silerim silerim ya gözlerinden, kirlenmiş ellerimi yüzüme sürer, kirlenmiş suratıma kahkahayı patlatır, atıverirsin ya kendini kucağıma sarılır sarılır sarılırız.
Hani bardaklar kırılır buz gibi parkelerde, vazolar uçuşur, çantanı bile almadan vurup kapıyı çıkarsın. Başımı alırım hani iki elimin arasına, düşer ya yüzüme bir gülümseme, açarım kapıyı, bulurum seni basamakların üzerinde, karşına geçtiğimde bacaklarını belime dolayıp öpüşerek geçeriz ya kapı eşiğinden ve bir de yan komşumuz teyze hanım bizi görünce “tövbe, tövbe” der.
Sırf yatak odasında felsefe yapalım diye Marquis de Sade* okuruz fikirlerimiz çoğalır, tanrıdan azıcık uzaklaşır ve bir de midemiz bulanır ya hani, gözlerimiz birbirini izler canlılığımızı görürüz vücudumuzun ve bir cama çarpan serçe vardır. Hani kanadı da kırılmıştır, uçamaz da sen o tatlı kalbinde benim kadar ona da yer ayırmışsındır, seversin beni sevdiğin kadar ve ben sırf seni kızdırmak için onu benden daha çok sevdiğini söylerim ama sen kızmazsın.
Ve bir de Candy’yi izleriz beraber, uyuşturucunun sakıncalarını öğreniriz ve bir de hayatları mahvettiğini, ben sana Candy kadar güzel olduğunu söylerim, sen elindeki portakalı bana fırlatırsın, ben ölürüm, sen bana hayat öpücüğü verirsin, ben canlanmakta gecikirim, sen öpücüğe devam edersin, dudakların portakal kokar.
Hani narçiçeği renginde rujunu sürersin ve sırf filmlerde çekici gelir diye sokağın ortasında bana dönüp, elinin tersiyle dudaklarını silersin, hani, yine tam sokağın ortasındasındır, eylem vardır yine ve sen durup bağıra bağıra Nemesis’i söylersin, herkes bize bakar, sen zafer işareti yapar yoluna devam edersin. Hani, hava buz gibidir, sen ateş gibi yanarsın, beni de yakarsın, …
Gözlerine dumanlar çekilirken, belki olmayacak günlerimizi yaşarız iskambil kâğıtlarında, valenin papazı yendiği bir savaşta galip sen gelir, ben, elimde asımla, …
Parmaklarımız dolaşır birbirine sarmaşıklar misali, akıl almaz düşüncelerden koy veririz, uyuruz bedenlerimiz çıplak, sokak lambalarına dost oluruz zifiri gecelerde, vücutlarımız parlar ışıkların altında, biz dans ederiz diyarlarda ve biz, ayaklarımıza yenilene kadar durmadan dans ederiz.
Dizlerime oturup, parmağınla yüzüme dokunup “babası oğluna bir motor almış, düdüğünü çalmış, bip bip” yaparsın, parmağın dudaklarıma değer dudaklarımı aralarsın, gözlerin kayar, diyeceğini unutursun, sarhoş olursun, …
Burnunu burnuma değecek kadar yakınlaşırsın yüzüme, nefeslerimiz birbirine karışır hızlanırken, gözlerimiz birbirini içer, susuzluklarına çare, biz, öpüşmemeye cesaret eder, cesaretimiz kırılır, güçsüzlüğümüz ortaya çıkar.
Hani ben, bedeninin keşfine çıkarım, dinlene dinlene verimli madenlerin seyrine dalarım, yorar beni bedenin, tutunamazsam düşerim, hani, sıkılır da hayattan, elimizde sigaralar, balkondan dünyayı dumana boğarız, hani dilimiz bulanır erik yemekten, öpersin beni, elma yersin öpersin, çilek yersin öpersin, kiraz yersin öpersin, sigara içersin öpersin, …
Ölümler aklımızı kemirir zaman zaman, birlikte ölmeyi dileriz tanrıdan, sanki yüzümüz varmış gibi, belki tanrı bizi affeder.
Öldüren cazibe olasın gelir, uzun topuklu siyah ayakkabılarını giyersin, başka bir şey giyesin gelmez, tütüne dumana bularsın suratımı, öksürürüm, kahkahalara boğulursun, göğsümden iter, yere yatırsın, ayakkabınla üzerime basarsın, …
Bazen sadece vişne yeriz, televizyonda haberler döner, müzik setinden Mogwai gelir, hava oldum olası sıcaktır zaten, avuçladığın vişnelerin canını okursun, merakla koşar, alır gelir yüksek sesle Vişnenin Cinsiyeti’ni okursun, ben de dinlerim.
Dünya üzerinde küçücük bir nokta bile olamadığımız aklımıza gelir, yedikçe yeriz. Haritada bir yerimiz olur.
Seni daha ne kadar anlatabilirim ki diye düşünürüm, aklım kurcalanır, …
Boş satırlar yazarım, çoğu zaman da anlatamam zaten seni, …
Ölmek isterim o anlarda, sonra senden ayrılmak ölüm gibi gelir, ölemem, …
Yanıma gelirsin, çaresizliğimi görürsün, dudaklarımı ıslatırsın dudaklarınla, çöllerime serap olursun, bırakmam seni, sonra vişne yemeye devam ederiz, sigaramızı yakarız, rüzgârlar saçının kokusunu taşır bana, sokak aralarında sevişiriz, nefeslerimiz yelkovanlara hayat verir, bedenini çuvaldan tuvale aksederim, midemi şarapla, kalbimi seninle doldururum, felsefe yaparız her fırsatta, Mogwai dinleriz, bazen de bardaklar kırılır buz gibi parkelerde, sen soğuk basamaklardan kucağıma atlarsın, bir de teyze hanım vardır tabii, tövbe tövbe ama, parmaklarımız da sarmaşıkları utandırır, sarhoş olursun, ateşlerin bedenimi yakar, sahiplenirsin beni, öldürürsün, öpersin defalarca, boş satırlar yazarım ben, film izleriz, vişnenin cinsiyetini sorgularız, sonra kiraz yeriz, …
*Marquis de Sade: Yatak Odasında Felsefe’nin yazarı.
Üslubunda yer yer farklılaşmalar gördüm, daha bir popularite kokan, ancak diğer yazılarında yarattığın karanlık, yer yer de kötücül atmosfere nazaran daha samimi, daha optimist bir atmosfer yaratmışsın, eline ve yüreğine sağlık dostum.
YanıtlaSilBlog yazarları arasında revaçta olan , dinlenilen şarkılardan yazıda bahsetme geleneğini (evet bir gelenek olarak nitelendirilebilecek kadar sıklaştı gördüğüm kadarıyla) pek edebi bulmadığımı, o bahsi geçen şarkının veyahut sanatçının yazar(lar)da yarattığı duygulanımdan da söz edilmesinin zannımca edebi durmayan, ayrıkotumsu (:D) kullanıma renk getireceğini düşündüğümü de söylemeden edemedim.
YanıtlaSilSaygılarımla
@recoba
YanıtlaSilhep karanlık, hep yoğunluk, hep anlamlandıramama nereye kadar.
samimilik konusu var bir de.
sevmene sevindim.
demek ayrıkotumsu ;) morumsu, kırmızımsı, ımsı imsi, çakal seni.
neyse, sen benden bir şey istemişsin ben de senden isteyeyim, daha çok yorumla beni o zaman, yönleneyeyim.
bu yazıyı don kişotta ilk okuduğum anı hatırlıyorum sıcak şaraplı akşamlardan biriydi.aşık oldun sanmıştım birine yok dedim bu kadar yazamaz yoksa ne güzel yazıdır bu eşek sıpası hala şaşırtır beni bu çocuk büyük adam olacak aşkları kendinden daha da büyük olacak dedirtir.çocuğum gibisin sıpa çok seviyom seni.hep yaz sen.
YanıtlaSilpeki tamam.
YanıtlaSilsen de az değilsin kızan. :) bir de şu "artemis" adındaki şahıs var ya zamanında kalemsuare'de yazıyordu, sonra yazmamaya başladı ben de attım onu. :) gitti kendine blog açtı. bence bu kızın aklından zoru var. o yüzden, http://aklimdanzorumvar.blogspot.com/
kalemsuare ilk göz ağrımdır onun yeri hep ayrı ve artemis aklından zoru olan bi kızdır bazen ilham perileri terkeder onu. ama sever kalemsuareyi de tunalızadeyi de :)
YanıtlaSilbiz de artemis'i severiz, herkes bilsin yani. (rakçıyım herkes bilsin yane gibi oldu sanki)
YanıtlaSil