legolarla film kareleri


Lego sadece çocuk oyuncağı değil. Zeka geliştirdiği de çok açık, hele hele yaratıcı ellerde mükemmel işlere de hammadde olabiliyor. Bir süre önce Legolarla Albüm Kapakları’ndan bahsetmiştik. Bu kez ise filmlere göz atıyoruz. Unutulmaz filmlerin en akılda kalan karelerini bir de Legolarla keşfedin. 


A Clockwork Orange

The Good, the Bad, and the Ugly

The Inception

James Bond

Psycho

Pulp Fiction

The Big Lebowski

The Shining
(via bostinno)
paylaş:

william s. burroughs: zamanda açılan delik



Burroughs 1984 yılındaki bir röportajda, kafayı taktığı bir restoranı ses ile kes yapıştır yapıp uzay zaman ikileminde nasıl kaybettiğini fısıldıyor.

Kızıl Gece Şehirleri’nde (Cities of Red Night), kes yapıştır denemelerinizi psişik araştırma formu gibi kullanıyorsunuz (psychic). Belirli bir çalışmaya mı dayanıyor yoksa kendi tecrübe ettiğiniz bir durum mu?

Aslında kendi araştırmam, tabii ki. Örneğin, belirli bir zaman parçasını alalım ve onu kesmeye başlayalım. Sonra onu oradan alıp oraya koyalım, görülecek ki, çoğu kez oldukça ilginç şeyler ortaya çıkıyor.

Romandaki metod okumak ve sonra üstüne sesleri serpiştirmek oldu.

Doğru.

Bunun arkasındaki teori nedir? Eşzamanlılık mı?

Herhangi bir teori yok. Sadece gerçek. Fenomen.

“İş” isimli kitapta kötü yemek servisi olan bir restoranı bant kayıtlarınızla ortadan kaldırdığınız bir konuya atıf yapıyorsunuz. Bu nasıl oldu?

Nasıl işe yaradığını bilmiyorum. Restoranın önünde kayıt yaparsınız ve kayıt yaparken de fotoğraflar çekersiniz. Daha sonra mekanın önünde bu kayıtları çalıp daha fazla fotoğraf çekersiniz.

Sahibinin, çalışanların önünde?

Fark etmez.

Kayıtların biçimini bozmak gerekli midir?

Aslında gerek yok. Yaptığınız şey aslında, zamanda bir tür delik açmak. İnsanlar dün ne olduğunu duyuyorlar. Sonra da “şu anda” olduğunu zannediyorlar. Bu durum, bir bozulmaya neden olabilecek şekilde zamanda bir delik açıyor.

Bu metoda nasıl denk geldiniz?

Önce kaydedip sonra da aynı kayıtları çaldığımız bazı gerçek sokak kayıtlarındaki denemeler serisinden çıktı. Bunu yaptığınızda ilginç şeyler olacağını anlıyorsunuz.

İnsanların hala dünyanın nedensiz görünümlerinden hoşlanmadığını düşünüyorum.

Sebep ve sonuca hiç takılmadım.

Kaynak: futuristika!


paylaş:

english, motherfucker! do you speak it? | israil'de ingilizce dersi reklamı

Sokakta yürürken lamba direklerine ya da ağaçlara yapıştırılmış reklamlara bakmak lazım. Aşağıda görülen reklama benzer bir iş görürsek eğer yaratıcılığın geldiği noktaya dikkat çekeriz.
Artık bu reklam fikri kimin başından çıktıysa yaratıcılığını takdir etmek lazım. Kendisinin Pulp Fiction hayranı olma olasılığı yüksek.


Olayın çıkış noktası ise şu:





(fotoğraf buradan)
paylaş:

küçüktük büyüdük vol. 2

Bir süre önce Küçüktük Büyüdük adlı paylaşımımızda zamanın su gibi aktığından bahsettik, öyle, durduramıyoruz. O yayınımıza benzer bir çalışmayı bu kez Irina Werning adlı potoğrafçı gerçekleştirmiş. Yenir yutulur gibi değil, insan yedisinde neyse yetmişinde de o olabiliyor ya da konsept bu şekilde. İyi eğlenceler! (üzerine tıklayınca büyüyorlar)


































paylaş:

gösterime giren filmler | 1 haziran


Prometheus

Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: Jon Spaihts, Damon Lindelof
Oyuncular: Noomi Rapace, Logan Marshall-Green, Michael Fassbender
Yapım: 2012 / ABD / 124 dk.

Prenses ve Avcı (Snow White and the Huntsman)
 
Yönetmen: Rupert Sanders
Senaryo: Evan Daugherty, John Lee Hancock, Hossein Amini
Oyuncular: Kristen Stewart, Chris Hemsworth, Charlize Theron
Yapım: 2012 / ABD / 127 dk.

Arıza Aşk (Bellflower)
 
Yönetmen: Evan Glodell
Senaryo: Evan Glodell
Oyuncular: Evan Glodell, Tyler Dawson, Jessie Wiseman
Yapım: 2011 / ABD / 106 dk.

Aramızda Bebek Var (Un heureux événement)
 
Yönetmen: Rémi Bezançon
Senaryo: Eliette Abecassis (roman), Rémi Bezançon, Vanessa Portal
Oyunculuk: Louise Bourgoin, Pio Marmaï, Josiane Balasko
Yapım: 2011 / Fra-Bel. / 107 dk.
paylaş:

çöp kutusunun etrafında şekillenen hayatlar: the galoş



Beden dersine girmeden önce biz erkekler sınıfta kıyafetlerimizi giyiyorduk. Çoğumuzda spor ayakkabı yoktu. Hocamız bize parmak arası terlik giyebileceğimizi söylemişti. Ama biz bu iğrençliğe karşı çıkıp eşofmanın altına burnu sivri havaya kalkan kundura ya da köşeli kundura giyme teklifinde bulunmuştuk. Hocamız da kabul etmişti.''La oğlum kapıyı açıp açıp durma, biri görcek rezil olcaz.'' demişti Mümtaz. ''Olum bişi olmaz giy hadi de çıkak'' demişti Tahsin. Ben ve Fırat kıyafetlerimizi giymiş onları bekliyorduk. Herkes kıyafetlerini giyince koşarak solana yol almıştık. Hocalar koridorlarda koştuğumuz için bize tebeşir atıyor ama biz kıvrak hareketlerle tebeşirlerden kurtuluyorduk. Asena'ya taş çıkarıyorduk. Toplam 6 sınıf 300 öğrenici hocaların gelmesini bekliyorduk. Bu bekleme seansı çok özeldi çünkü salon ter kokmuyordu. ''Sağa dön, sola dön, ikili sıra ol bir de oryantal yapın. Tamam serbestsiniz'' demişti beden hocamız. Bizim grup dışarıda toplanmış devlet sorunlarını tartışıyor, bu konudan sıkılıp Aleks'in iyi bir topçu olduğunu ama koşmadığı fikrinde buluşup, Ancelina Coli'nin dudakları ile de muhabbetimizi sonlandırıyorduk. Biz 4 erkeğin yanında bir de Oya vardı. Oya her okulda bulunan, kızlarla takılmayı sevmeyen, futbol muhabbeti yapan, makyajın ne olduğunu sorduğumuzda bir futbolcu olduğunu söyleyen bir kızdı. Bu kızlar genelde çirkin olurdu ama Oya'nın süpersonik bir suratı ve fiziği vardı. Beyaz tenli, orijinal sarışın olması ve yeşil gözlü olması onun Viktoryia Sıkrıt kızı olmak için yapılan VS sınavlarına girmeden kazanacağının kanıtıydı. Herkes ondan hoşlanıyordu. Bende ona karşı minicik bir duygu besliyordum. Hatta bu minicik duygu osuruk bile olabilirdi.
  5 imizin hayatı bu noktadan sonra değişmişti. Daha doğrusu Oya'nın doğum gününden sonra değişmişti. Doğum gününe biz 4 erkeği çağırmıştı sadece. Oya zengin bir kızdı. Hediye konusunda yaratıcı olamamıştık. Daha doğrusu paramız yetmemişti. Fırat çorap almış, Tahsin ve Mümtaz ise diş macunu ve fırçası almıştı. Ben ise 0.5 uç almıştım. Sınıfta istediğinde kimseden bulamıyordu, gerekli bir hediyeydi yani.
  Pastayı yedikten sonra Oya bizi garaja götürmüştü. Basgitar, Elektrogitar, Bateri ve Piyanonun olduğu bir garajdı bu. ''Hadi biraz müzik yapalım'' dediydi Oya. Hepimiz bir enstrümana oturmuş bir şeyler çalmayı deniyorduk. Oya, bu enstrümanların nasıl çalındığını bize öğretebileceğini söylemiş bizde hemen kabul etmiştik. Hızlandırılmış dersler alarak aletleri nasıl çalacağımızı 1 günde öğrenmiştik. Dersi derste dinleyip bir gün de öğrenmiştik her şeyi. O gün Oya'nın evinde yine müzik yapıyorduk. Aletleri nasıl çalacağımızı bildiğimiz için Oya şarkı söyleme kısmına geçelim demişti. Vega'dan Hafif Müzik parçasını söylüyor bizde çalıyorduk. Ertesi gün okulda 5 imiz sınıfın içindeki çöp kutusunun etrafında kalemlerimizi açarken Oya şarkı söyleyelim diye ısrar etmişti. Bizde okul çıkışı Oya'lara gidip yine Vega'dan Hafif Müzik'i çalmıştık. Bu sefer hatalar daha az, ses ise daha güzel çıkıyordu.
  ''Oğlum oğlum…Oğlummm, oğlum kalk dışarıda birileri seni soruyo hadi'' demişti anam. Ağzımın etrafındaki salya izlerini silmeye çalışırken kapıda bizimkileri görmüştüm. Hepsinin ağzı kulaklarına girmiş bir şekilde bana sırıtıyordu. ''Olum Oya bizim şarkının videosunu çekmiş internete koymuş. 1 milyon insan layklamış. Ünlü olduk olum ünlü'' demişti Tahsin. Kapıyı suratlarına kapatıp yatağıma yatmaya gitmiştim. Jeton sonradan düşmüştü. Hemen kapıyı açıp ''Olum bak git. Doğru mu bu Oya'' demiştim. Oya göz kırparak onaylamıştı. ''Bekleyin burada üstümü giyip dışarıda bunu kutlayalım'' demiştim. Kutlama biraz gecikmişti. Annem ekmek almak için beni BİM'e gönderirken karşı komşu ve 1. kattaki Murtaza abi içinde farklı dükkânlara gitmek zorundaydım. Apartmandan çıkarken mahallemizin bakkalı Erdal abi BİM'den iki ekmek almamı istemişti.''Erdal abi sen zaten ekmek satmıyon mu, uğraştırma beni yav''demiştim. ''Olum ben 750 bine satıyorum BİM 400 bine. Orası daha ucuz. Hadi git de gel. Paranın üstüde senin olur hem çakal'' demişti Erdal abi. İki ekmek için bana 850 bin vermişti. İçimden Erdal abiye sövmüştüm.
  Eve geldiğimde bizimkilerle dışarıda kutlama yapmıştık. Kutlama dediğimde milletin ziline basıp kaçmak ve adam başı iki meybuzdu. ''Eee şimdi bizden imza falan mı alcak insanlar? '' demişti Tahsin. ''Hayır. O seviyeye gelebilmemiz için televizyona çıkmak gerek'' demişti Fırat. Ertesi gün beklenen olmuştu. Saba Tümer'in programından teklif almıştık. Programa çıkıp çıkmayacağımızı okul çıkışı sınıftaki çöp kutusunun etrafından tartışmıştık. Bizimkiler çok istekliydi. Ama ben o programı hiç sevmediğim için gelemeyeceğimi söyledim. Önce itiraz ettiler sonra daha az yol parası ödeyecekleri için hemen kabul ettiler. Namızsızlar.
  O ün okula gitmeyip hayatımda ilk kez Saba Tümer'in programını izlemiştim. Bizim şarkımız çaldığında bizimkiler tek tek masanın etrafına gelmişti. Saba Tümer benim nerede olduğumu sorduğunda ise bizimkiler Basurlu kabız olduğumu söylemişlerdi. Yeni bir hastalık üretmişlerdi heyecandan. O an karnım ağrımaya başlamıştı işte... Saba Tümer'in programı tüm yılışıklığıyla devam ediyordu. Çok güzel çaldığımızı ve çok başarılı olacağımızı söylemişti. Son anlara doğru grubun ismini sormuş, bizimkiler birbirlerinin suratlarına bakmaya başlamıştı. İçimden defalarca ''Galoş'' lafını geçirmiştim. Oya sonunda bir şeyler söylemişti. ''Galoş''... Sevinçten kanepenin üzerinde takla attığımda annem mutfaktan kafama doğru falsolu bir şekilde terlik atmış, beni kafamdan vurmuştu. Programdan sonra toplantı için yine sınıftaki çöp kutusunun etrafında buluşmuştuk. ''Bence daha dikkat çekici bir şarkı söyleyip, Okan'ın programına konuk olmalıyız'' demişti Oya. ''Şebnem Ferah'' demiştim ben de. Herkes yutkunmuş, sesi kısık bir şekilde ''Saçmalama'' demişti. Ben Oya'ya baktım Oya bana. Ben O'na baktım o bana. Ben ona yine bakarken gözünün hemen altında bir kirpik vardı. Aldım onu alt mı üst mü diye sordum. Dilek tuttu ve üst dedi. Üst çıktı. Biz 4 erkek hep bir ağızdan ''ne tuttunn'' diye bağırdık o ise ''Hadi müzik yapalım demişti. Tam kutunun oradan ayrılırken Tahsin ''beni bırakın burda, ucum kırıldı yine, bensiz dönün sıralarımıza'' demiş bizi iyice duygulandırmıştı.
   Şebnem Ferah'ın Hoşçakal şarkısını cover'lıyorduk. Bizim için çok zordu. Ama sonunda başarmış, videoyu internete koymuştuk. Büyük gün gelmişti. Okan Bayülgen Şebnem Ferah'ın da konuk olduğu programa bizi çağırmıştı. Oya ve ben soğukkanlılığımızla bilinen insanlarken, Okan'ın teklifi sonrası önce kolbastı oynamış sonra Harran Ovasından figürler sergileyip bir de Ege yöresinden oynamıştık... Yine sınıftaki çöp kutusunun etrafında toplanmış, programa nasıl gideceğimizi düşünüyorduk. Oya'nın babası bizi bırakabileceğini söylemişti ama biz kabul etmemiştik. Büyük gün gelmişti. Metrobüs durağında metrobüs beklerken aramızda oluşan aile bağı bizi birbirimize iyice bağlamıştı. Metrobüs sonunda gelmişti. Çok şaşkındık. Metrobüs bomboştu. ''Olum boş metrobüse binilmez, gelin inelim. Koltuk altı kokusu bile yok olum burda'' demişti Tahsin. ''La gelin şuraya belki bizim için özel tutulmuştur bu metrobüs'' derken neden boş olduğunu anlamıştım. Vatan Şaşmaz ön taraflarda oturuyor, millete sırıtıyordu... Okan Bayülgen'in programına vardığımızda saat henüz 10 du. Sabah 10. Geç kalmamak için çokça erken gelmiştik. Zaman geçmiş program başlamıştı. Şebnem Ferah tüm güzelliği ile oradaydı. Hepimiz kıyafetlerimizi giymiş, şarkımızı söylemeyi bekliyorduk. Oya bir kaç dakika sonra gelmişti. Muhteşem bir elbise ile inanılmaz derecede çekici görünüyordu. Sanırsam içimdeki o minicik duygu kocaman bir ergen olmuştu... Reyhan bize zaten playbek söyleyeceğimizi bu yüzden heyecanlanmamız gerektiğini söylemişti. Önce şaşırmış sonra da karşı çıkmıştık.''Hayırr biz canlı söylicez kadınn!'' dediğimizde ise bize kızmıştı. Reklama gidildiğinde Okan ile konuşmuş, o da bunun mümkün olmadığını söylemişti. Tek çare olarak Şebnem'in yanına gitmiş saatlerce yalvarıp bacaklarına sarılmıştık ama işe yaramamıştı. Son olarak ''The Galoş''un imzalı fotoğrafını verdiğimizde ise Okan ile konuşmaya gitmişti.
   Ve sıra bize gelmişti.
   Hııhımm...Mmmııhh..Hıhıhhımm..Seniiii ararken kendimiiiiii kayyyybetmekten yoruldum...
   Oya harika söylemiş, biz harika çalmış, herkes bize hayran kalmıştı. Okan Bayülgen ilk kez bir şarkıyı bu kadar beğendiğini söylemesi yetmezmiş gibi Şebnem Ferah'da düet teklifinde bulunmuştu. Çok şaşkındık. O gün bütün Türkiye bizden konuşuyordu. Cuma günüydü. Twitter'da çok fazla konuşuluyorduk. Ekşi sözlükte ise gelmiş geçmiş en çok entry girilen konu olmuştuk bir anda. ''Yaaa siz nasıll bişisiniz böyleee yaaa ? Hiiiiihh. Aaaaa. Reyahn, çok fena değil mi bunlar ya ? '' demişti. Okan Bayülgen. ''Sizin adınız ne peki diye de eklemişti. ''Galoş'' demiştik. ''Taaamammmm. Taaammaamm. Kesin alkışlamayı... Albümünüzün bütün masrafları benden demişti bir de Okan'cığım.
   1 hafta sonra albümü yapmıştık. Şarkıların hepsi cover'dı. Albüm yurt dışına da yayılmıştı. Türkiye'de bir numaraydık. 1 ay sonra Jastin Bibır'ın yerine bizim şarkılarımız youtube de 55 milyon layklanmıştı. Avrupa'da turnelere başlamıştık. Her ünlü insan gibi bizde bağımlı olmuştuk. Biz sigaraya, uyuşturucuya, alkole bağımlı değildik. Jelibon'a bağımlı olmuştuk. Bütün paramızı jelibona yatırıyor, tüm ülkelerde bize ait jelibon fabrikaları kuruyorduk. Hatta yaptığımız 5. albümün adı da jelibon olmuştu. Paramız azalıyor, aramızdaki arkadaşlık sönüp gidiyordu... Irak'ta yaptığımız bir konserde ise ben arkadaşlarımı kaybetmiştim. Irak'ta kimse beni tanımıyordu. Bu yüzden Türkiye'ye dönmem 1 ayımı almıştı. Döndüğümde ise eskisi kadar ünlü değildim. Piyasa Demet Akalın'a, Serdar Ortaç'a, Halil Sezai'ye kalmıştı. Türkiye'ye geldikten 3 hafta sonra arkadaşlarımı aramış ama bir türlü bulamamıştım. Fakirleşiyordum iyice. Sonunda ana ocağına dönmüştüm. 2 ay sonra arkadaşlarımı bulmaya yine devam ediyordum. Sonunda bu işten umudumu kesmiştim...
   Eski okulumun önünden geçerken sınıfıma, çöp kutusunun oraya gitmiştim. Koridorda Oya'nın berrak sesi yankılanıyordu. Fırat'ın ağlamaklı sesi, Mümtaz'ın ortama yaydığı koku ve Tahsin' nin suskunluğunu hissedebiliyordum. Koşarak yanlarına gitmiştim. Jelibon çekiyorlardı yine namızsızlar. Arkadaşlarımı çöp kutusunun orada bulmak benim için çok güzel bir şeydi. Önce sarıldık, sonra da ağlaştık. Geçen yıllar hakkında konuşmuştuk. Sonra arayı açmamak dileğiyle birbirimizden ayrılmıştık... Ben ise çöp kutusunun içindekileri konteynıra boşalttıktan sonra çöp kutumuza sarılıp onun içine galoş koymuştum. O gün onun içinde uyumuştum.

-titiemre
Diğer yazıları için tıklayın.
Görsel: Umut Sarıkaya

(siz de yazı/fikir/görsel/liste/deneme göndermek istiyorsanız iletişim bölümüne uğrayınız)
paylaş: