Yaşam denilen serüvende bazen öyle anlar gelir ki hayattan, kurulu düzenden uzaklaşmak ister insan. Kendine saklanacak, onu koruyacak bir delik, bir sığınak bulmak ister. Arkasına saklanacağı bir duvar örer elleriyle kafasını boşaltıp, sonsuzlukta var olmak için.
İşte müzik de bu duvarlardan biridir. Cinsi ne olursa olsun ölmek isteyip yeniden yaşamın kopuk halatlarına bağlanmak, milyonlarca insanın bulunduğu meydanın ortasında herkesi yok edip sadece benliğini ortaya koymak istediğinde, içindekiyle tek başına kalmak için güzel bir dayanaktır.
Uçurumdan kendini bırakan kelebeğin nasıl kayalıklara çarpmayacağı belliyse müziğin de insanı hayattan sileceği o kadar bellidir.
Müzik öyle bir şeydir ki insan, onunla adeta bütünleşir, insanın dış dünyasını kaplayarak insan içine dolup insana huzur verir.
Günümüzde insanoğlu, müziği çeşitli oluşumla katmış, onunla sevgili olmuş hatta müziği bir hayat tarzı haline getirmiştir ki müzik için bu, bir onurdur. Giyilen baştan aşağı siyah kıyafetler, garip tüylü tokalarla ayaklara takılan tozluklar, mavi renkli bol, düşük bel jeanler, kemer yerine takılan uzun zincirler, kollara takılan tasmalar ve yahut zarif suitler, yıllanmış kumaş pantolonlar, uzun sivri burunlu ayakkabılar, klasik siyah kravatlar… Çeşit farklı olsa da insanı ne şekilde etkilediği bir türden diğerine değişiklik göstermez. İster arabesk olsun, punk olsun, ister metal olsun, rock olsun, klasik olsun, halk müziği ya da pop olsun, insan birazcık bu hayattan uzaklaşıp, kendini farklı bir boyutta var etmek için müziğin kulaklarından girip beynine işlemesini ister.
Hayattaki zor durumlar, idamlar, suikastlar, devrim, aşk, ölüm, sevgi, politika, devlet gibi birbirinden farklı ama insan hayatında yer etmiş konuları işler müzik ya da sadece huzru.
Dünü bugününden kısa, bugünü gelecekten daha parlak, sevgilisini yeni aldatmış, karısını yeni gömen, üzerinde sigara söndürülen, hapse girmiş, sadece yazmak isteyen veya devrim yapmak isteyen insanların yazılarıyla bütünlük kazanan müzik, insanların basitçe söylemek istediğini dışarı vurmasıdır aslında.
Büyük bir konserin içinde saçlarını ileri geri savuran kızla, orkestrayı daha iyi görebilmek için balkondan yer ayırtmış takım elbiseli adamın ya da oturmak için çok geç kalmış, ellerinde kitaplarla ayakta durmayı beceremeyen ama kulağıyla müziği keşfe dalmış öğrencinin hissettikleri pek de farklı sayılmaz. Tümü, biran olsun rahatlamak, kafasındakileri bir kenara itip anın tadını çıkarmak ya da gözlerini kapatıp uyumak istemek gibi eylemleri gerçekleştirme isteğidir.
Farklı şekillerde de oluşturulabilir gerçek müzik: koridorda sessizliği yıkıp geçen mini etekli kadının topuklarının çıkardığı ses, sigaradan bıyıkları sararmış simit satan amcanın bağırması, ormanda koşarken kuş cıvıltılarına karışan dalın çıtırdama sesi, yayın adeta eti kesen bir jilet gibi tellere sürtünmesi, uzun siyah boyalı tırnakların elektro gitara değdiğindeki ses, gece elbiseli şişman kadının ellerini açıp haykırması, bebek odasından gelen ninni, şairin şiiri, mazlumun ağıtı, kavga edenlerin feryadı, otobüslerin gürlemesi, neşterin kemiğe değmesi, suyun yere çarpması, alarmın ötmesi, bunların hepsi müziktir kanımca. Aslında müzik, seslerin ne sırada geldiğidir kulağa.
Senfoni orkestraları her zaman konserini verirler dünyaya seslerini yazdırmış isimlerin. Bu bir kandırmacadır. Onlar da bilirler ki bir sesin tekrardan yaratılamayacağını. Ses öyle bir şeydir ki kimisi için gürültü, kimisi için müzik.
İster gürültü olarak görülsün ister şaheser olarak, müzik insan yaşamında yer etmiş ruhu oradan oraya sürükleyen bir eylemdir.