havan ve susam taneleri

Susam gibi hayatlar, ezilmiş hatta yağı çıkarılmış. Teker teker, adımları dikkatli, biniveriyorlar banliyö trenine çekmeceden, sonraki duraklarda inmek üzere. Kimisinin elinde bir kese kâğıdı, içinde kuruyemiş, kimisinin elleri boş, kimisinin elinde diğerinin elleri, üşümüştür diye ağzına yaklaştırıp soluğuyla ısıtıyor, kimisinde satacağı yüz on parçalı iğne takımı, kimisinde don lastikleri, büklüm büklüm yere kadar uzanan, kimisinde kendi elleri, belki yokluk çeken belki de sadece koyacak bir yer bulamadı için.
Tren hareket ettiğinde sarsılıveriyor hepsinin vücutlar, ileri ve geri. Telaşla oturmaları son veriyor bir dakika sonra, oturan oturdu, ayaktakiler çoktan uzanıp tutmuşlar elleriyle plastik tutacakları düşmemek için. Nereye ne için gittiklerini kim bilir ama ortak birkaç yönleri var hepsinin, herkes aynı havayı soluyup, aynı nefesle dolduruyorlar ciğerlerini, herkes aynı tıngırtıyı hissediyor ayakaltlarında, herkes aynı taktık sesini işitiyor kulaklarında.
Ellerinde kese kâğıdı olan kadın başkalarına göstermeden atıveriyor fındıkları, ellerinde diğerinin elleri olan gencin ve elleri diğerinin elleri içinde olan kızın kokuları usul usul yayılıveriyor trenin içine, dediklerini plak gibi tekrar tekrar söyleyen adam geziniyor koridorda iğne satmak için, bir süre sonra herkesin zihnine kazınıveriyor dedikleri:’yüz on parça iğne takımı efendim, sökükler, yamalar için. İthal bunlar efendim tam yüz on parça. Bunu alana Japon yapıştırıcısı hediye, bir lira efendim, bir lira.’ İki üç kişi çıkarıp veriyor bir lira. Yeni paralarında bir asaleti var daha ele alınışlarında göze çarpıveriyor duruşları, süslü püslü bir şey. Parayı verenlerden bir tanesi başlıyor içinden iğneleri saymaya, adamın dediklerine pek inanmış gibi gözükmüyor. Birisinin de adama öyle bir para uzatışı var ki aldın alacağını artık tepemden uç der gibi.
Kapı boyuna geçen saçları dik taranmış çocuk kapının kapanmasına engel olmak istiyor ama kapı çoktan kapanıveriyor. Ağzında sakız seyre dalıyor şehrin gecekondularını.
Gecekonduların bazılarının bacalarından tütüyor sobadan çıkan dumanlar, kömür kokan havanın biraz daha kokmasını sağlayarak. Pencereler önünde perdeler çekili, her gün on beş dakikada bir gecen trenin sesinden bıkmış gibi halleri var.
Kimse kimsenin yüzüne bakmaya cesaret edemiyor, korkudan değil yaptıkları. Kimisinin telefonları çalıyor ara ara, suratlarındaki ifadeler hiç değişmiyor.
Olağan hayatlarından bir gün yine yaşadıkları. Teker teker binip teker teker inmek trenden ve sonrası, gidilen yerler.
Dünya onlar için havan, onlar yaşam için birkaç susam tanesi, kader de dövecek. Teker teker alınıp havanın içine bir bir eziliyorlar hatta yağları çıkarılıyor.
İçlerinde ne kin var ne de nefret yaşama duyulan. Onlar bu monotonluktan memnun gibiler. Biraz genç olanlar bu hayata karşı asi. Onlarında ellerinden bir çare gelmiyor yapacak.
Tren yavaş yavaş ilerlerken bir tarafı küflü bir tarafı parlak rayın üzerinde her durakta birkaç kişiye veda ederken sürüp giden yaşam mücadelesinden bir haber, yoruluyor yaptığı işten ara sıra, hiç kimseye hissettirmeden.
Yerini seçer gibi yanaşıveriyor sağ tarafa, kapılarını bu yolculuğun bir göstergesi gibi hızlıca açıyor. Herkes kalkarken oturduğu yerden ellerinde kese kâğıdı olan kadın trenin durduğundan bir haber bitirme telaşı içinde yedikleri fındıkları. Her ağzını açışında birini atıyor ağız boşluğuna, yarısı dökülmüş dişlerinin arasında ezilen fındıktan farksız havanın içinde ezilen kadın. Küçük bir kızın paltosunu çekiştirmesiyle farkına varıyor çoktan Yeşilköy’ü geçtiğini. Hiç bozuntuya vermeden yerinden kalkıp paytak paytak yürüyerek çıkıyor sirkeci garından. İlk bulduğu çöp kutusuna kese kâğıdını attıktan sonra ilk gördüğü kuru yemişçiye girip bir kese kâğıdı dolusu fındık alıp sirkeci garına geri geliyor. Akbilini deliğe dokundurup turnikeden akıveriyor küf kokan gara. Yerini alıp trenin hareket etmesini beklerken teker teker atmaya başlıyor fındıkları ağız boşluğuna. Ve tren harekete geçiyor. Yüz on parça iğne takımı satan adamın sözlerinden bir haber Yeşilköy durağını kaçırmak üzere oturduğu yerde işine yoğunlaşmış, hayatın akışına kendini bırakıveriyor.
paylaş: