Bu sabah yine sordum bu soruyu kendime. Kalbim seni beklemekten ne zaman vazgeçecek? Kafanı her çevirdiğinde bana bakmanı beklemekten ne zaman bıkacak!? Ne zaman özgür olacak yeniden? Zamanında çok güldüğüm, türlü türlü yakıştırmalar yapıp, sahip olanları küçümsediğim şu kalp ağrısı denilen şey ne zaman geçecek? Seni görmezden gelmeyi bir kenara bırakıp ne zaman gerçekten yanımdan geçip gittiğini görmeyeceğim?
Bu sabah uyandığımda okula gitmeden önce lenslerimi gözüme takarken, aynadaki görüntümden kaçamadığım o tek anda yine sordum ben bu soruları kendime. Midem bulanırken kalbime de bir ağrı saplandı yine metrodan inip de o merdivenleri çıkıp okulun kapısından girdiğimde seni görebileceğimi hatırlayınca. Bu gece uyumadan önce müzik dinledim yine, Beşevler sokaklarında beraber söylediğimiz şu şarkıyı. Seni gördüğümde bu sefer olayların farklı olacağına dair hayaller kurarak, farklı sahneleri, ayrı diyalogları kafamda tekrar ederek uykuya daldım. İçten içe düşündüklerimin hiç gerçek olmayacağını bilerek acıttım kendimi tam uykuya dalmadan önce. Yine uyandım. Uyanmak istemeden uyuduğum şu uykudan, kahretsin tekrar uyandım. Her sabah aynı soruyu sordum kendime, “ne zaman?”. Her sabahtan farklı olarak cevap verdim bugün kendime; “Uyanır uyanmaz onu hatırlamayı unuttuğunda…”
Bu sabah yırttığımı söylediğim kırmızı kazaklı fotoğrafına baktım yine. Kırmızı tırnaklarım yüzünün etrafında gezdi. Kırmızı olup olmadığını merak ettiğim sesini hala hatırlamadığımı ama ev arkadaşının sesini hala unutmadığımı fark ettim. Sinestezik insanları merak ettim tekrar. Harfleri renkli görmek, sesleri renklendirmek duyguların müziğini duymak istedim, bana hep böyle hissettirdiğini bilinçaltıma gömmeye çalışırken. Herkesin eleştirdiği senin içinde ‘benim gördüğüm sen’i özledim her sabahki gibi.
Yine de bütün bunlara rağmen hiç keşke demediğimi fark ettim. ‘Hayal ettiğim sen’i hayal etmeye devam ederken hep şiddetle eleştirdiğim Mecnun’u anladım ben bu sabah, Leyla’nın “Beni Mecnun’un gözleriyle görebilseydiniz bu soruyu sormazdınız.” derken ne dediğini senin bir türlü anlamadığını da anladım. Bu sabah gözlerinden öperek uyandırdım seni, sen niye uyandığını anlamazken… Ya da sen fark etmedin ben uyanışını hayal ettim, bizi hep hayal edişim gibi. Kalbimde yer açtığım her erkeği bir sabah gözlerinden öperek uğurlamak zorunda kalışım gibi seni de uğurladım.
Bu sabah o kadar zaman sonra seni ilk kez gerçekten görmeden yanından geçip gidecekken “Günaydın” dedin bana. Şaşırdım. Otomatik olarak günaydın deyip geçip gidecekken birden aklıma şu dizeler geldi:
Çocuk, sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin / Topla kalbini / Cadde cadde / Sokak sokak / Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından / Bakma yüzlerine hiç / Görme onları / Çocuk, bu kez ağlama / Bu kez git.
Çocuk / Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği / Ve her gözyaşının altında bir dua, kimsenin duymadığı / Çevir gökyüzüne başını / Bakma arkana / Daha sert basa basa, daha güçlü / Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla / Gitmek yenilmek değil kazanmakta / Gitmek gitmektir işte, hepsi bu…*
Ben de gitmek gitmektir işte, hepsi bu diye cevap verdim sana. Günaydın kelimesi çıkmadı ağzımdan ve sen anlamadın beni yine. Her sabahki gibi… Önce senin yüzüne baktım, sonra kendi ellerime. Ellerim kıpkırmızı kandı. Tyler Durden’ı** hatırladım, onun ölüşü gibi, ‘hayal ettiğim sen’i de öldürdüm bu sabah o cümleyle. Sen boş boş baktın ardımdan. Ben ellerimden kırmızı kanlar damlarken, içimden “Teşekkürler Cem.” diyerek sınıfın kapısından içeri girdim.
*Cem Adrian – Nereye Gidiyorsun?
**Chuck Palahniuk – Dövüş Klübü
Bu sabah uyandığımda okula gitmeden önce lenslerimi gözüme takarken, aynadaki görüntümden kaçamadığım o tek anda yine sordum ben bu soruları kendime. Midem bulanırken kalbime de bir ağrı saplandı yine metrodan inip de o merdivenleri çıkıp okulun kapısından girdiğimde seni görebileceğimi hatırlayınca. Bu gece uyumadan önce müzik dinledim yine, Beşevler sokaklarında beraber söylediğimiz şu şarkıyı. Seni gördüğümde bu sefer olayların farklı olacağına dair hayaller kurarak, farklı sahneleri, ayrı diyalogları kafamda tekrar ederek uykuya daldım. İçten içe düşündüklerimin hiç gerçek olmayacağını bilerek acıttım kendimi tam uykuya dalmadan önce. Yine uyandım. Uyanmak istemeden uyuduğum şu uykudan, kahretsin tekrar uyandım. Her sabah aynı soruyu sordum kendime, “ne zaman?”. Her sabahtan farklı olarak cevap verdim bugün kendime; “Uyanır uyanmaz onu hatırlamayı unuttuğunda…”
Bu sabah yırttığımı söylediğim kırmızı kazaklı fotoğrafına baktım yine. Kırmızı tırnaklarım yüzünün etrafında gezdi. Kırmızı olup olmadığını merak ettiğim sesini hala hatırlamadığımı ama ev arkadaşının sesini hala unutmadığımı fark ettim. Sinestezik insanları merak ettim tekrar. Harfleri renkli görmek, sesleri renklendirmek duyguların müziğini duymak istedim, bana hep böyle hissettirdiğini bilinçaltıma gömmeye çalışırken. Herkesin eleştirdiği senin içinde ‘benim gördüğüm sen’i özledim her sabahki gibi.
Yine de bütün bunlara rağmen hiç keşke demediğimi fark ettim. ‘Hayal ettiğim sen’i hayal etmeye devam ederken hep şiddetle eleştirdiğim Mecnun’u anladım ben bu sabah, Leyla’nın “Beni Mecnun’un gözleriyle görebilseydiniz bu soruyu sormazdınız.” derken ne dediğini senin bir türlü anlamadığını da anladım. Bu sabah gözlerinden öperek uyandırdım seni, sen niye uyandığını anlamazken… Ya da sen fark etmedin ben uyanışını hayal ettim, bizi hep hayal edişim gibi. Kalbimde yer açtığım her erkeği bir sabah gözlerinden öperek uğurlamak zorunda kalışım gibi seni de uğurladım.
Bu sabah o kadar zaman sonra seni ilk kez gerçekten görmeden yanından geçip gidecekken “Günaydın” dedin bana. Şaşırdım. Otomatik olarak günaydın deyip geçip gidecekken birden aklıma şu dizeler geldi:
Çocuk, sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin / Topla kalbini / Cadde cadde / Sokak sokak / Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından / Bakma yüzlerine hiç / Görme onları / Çocuk, bu kez ağlama / Bu kez git.
Çocuk / Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği / Ve her gözyaşının altında bir dua, kimsenin duymadığı / Çevir gökyüzüne başını / Bakma arkana / Daha sert basa basa, daha güçlü / Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla / Gitmek yenilmek değil kazanmakta / Gitmek gitmektir işte, hepsi bu…*
Ben de gitmek gitmektir işte, hepsi bu diye cevap verdim sana. Günaydın kelimesi çıkmadı ağzımdan ve sen anlamadın beni yine. Her sabahki gibi… Önce senin yüzüne baktım, sonra kendi ellerime. Ellerim kıpkırmızı kandı. Tyler Durden’ı** hatırladım, onun ölüşü gibi, ‘hayal ettiğim sen’i de öldürdüm bu sabah o cümleyle. Sen boş boş baktın ardımdan. Ben ellerimden kırmızı kanlar damlarken, içimden “Teşekkürler Cem.” diyerek sınıfın kapısından içeri girdim.
*Cem Adrian – Nereye Gidiyorsun?
**Chuck Palahniuk – Dövüş Klübü
çok zayıf bir yazı olmuş.
YanıtlaSiltürk erkekleri çok rerörerörö falan yaneee.
YanıtlaSiliyimiş hacıt, tebrik ettim.
Sen ne zaman vazgeçeceksen,kalbin de o zaman vazgeçecek.
YanıtlaSilkımızı kazaklıyla beraber nice mavi kazaklılar, siyah t-shirt'lüler, yeşil yelekliler eskitmiş bir geminin liman arayışını okudum sanki.
YanıtlaSiladsız sen ne güzel bir şey dedin öyle yeaa!! :)
YanıtlaSiltürk erkekleriyle de bir derdim yok, sanırım tüm erkeklerle derdim var. ya da bu sıralar belki derdim olmayabilir. öyle bir şeyler işte :)
ohappa şarkılar bi harika!
YanıtlaSilbir, "mokar hastası nihan" vakası daha.
YanıtlaSil