Heartbeats.
Yönetmen:
Xavier Dolan
Senaryor:
Xavier Dolan
Oyuncular:
Xavier Dolan, Monia Chokri, Niels Schneider
Tür:
Dram | Romantik
Yıl:
2012
Süre:
95 dak.
Ülke:
Kanada
Dil:
Fransızca, İngilizce
Çoğu
kişinin başlangıç olarak seçtiği “aşk üçgeni” içerikli cümlelerden çok daha
fazlası olduğunu düşündüğüm bir film Les Amours Imaginaires, yine çoğu kişinin
yönetmeni hakkında haklı olarak 89 doğumlu Xavier Dolan’ın ikinci filmi olarak
söylemelerini de destekliyorum. Neticede, evet 89 doğumlu birinin yazıp,
oynayıp, çektiği bir film bu.
Tartışılması
gereken aslında pek bir mevzu yok, olanlar ise orijinalliğin az, doğal olarak
daha önceden çekilmiş filmlere benzer işler ortaya konulması yönünde. Orijinallik
hakkında söylenecek çok söz de yok, günümüzde ortaya ne kadar kendine has,
yapılmamış bir eser konulabilir ki, olması gereken ise bana göre bu alınanların
üzerine başkalarını ve kendinden verdiklerini koyarak ileriye götürme meselesi
ki ucu tartışmaya açık olsa da benim görüşüm Xavier Dolan’ın bu işi çok da iyi
yaptığı. Tabii yaşının getirdikleriyle en azında geleceğini garantiye almaktan
çok zamanı geldiğinde kendi koltuğunu sağlam bir yere oturtabilmek için
çalışmayı/okumayı/gözlemlemeyi bırakmamalı. Burada da oluşturduğu tarz için
özgünlük tartışması gözler önüne seriliyor. Özgünlük hakkında da belki
söylenecek hiçbir şey yok ama öğrenilmişlik kavramının yer ettiğini belirtmeden
edemeyeceğim. Zira şimdiye kadar yapılanları geçelim bu film için “özgün”
ifadesini kullanmak çok pozitif bir yaklaşım olsa bile bundan sonra ortaya
konulacak işlerin özgün olmayacağını da göstermiyor. Üstelik dersini iyi
çalışıp sınavda başarılı olmaktan çok farklı bir olgu olan sinema adına en
azından çoğu kişiye göre unutulan “farklı bakış açısı”nı kotarması yönüyle bile
takdir edilmesi gerekir.
Filmde
asıl izlediğimiz konu, o herkesin söylemekten mutluluk duyduğu “aşk üçgen”inden
çok, homoseksüel bir erkek ile heteroseksüel bir kadının aralarına aldıkları
bir erkeği, yüceltip, putlaştırıp, üzerinden yarışa girmesi yahut bir nevi
kedi-fare olayını yaşamaları. Basit bir mantıkla iki kişinin tek bir kişiye
aşık olması ve o tek kişinin diğer iki kişiye ilgi göstermesinden yola
çıkılarak söylenen üçgen muhabbetinin bu film için söylenmesi, ciddi anlamda
hakaret olarak görülmeli. Pençeleri arasına sıkıştırdıkları fareyi öldürmek
yerine, onunla oyunlar oynayıp sonunda ona bağlılıklarını gösterip, farenin
kendilerine gülüp geçmesi, karşılıksız aşkı suratlarına tokat gibi vurmasından,
kendilerini bitap hissedip hayatta kaybettikleri için bir çizgi daha atmalarıyla
aslında aralarında olan rekabetten ekşi bir tat alarak hayatlarını sürdürmeleri
üzerine, üstelik ara sıra bu yemeğin üstüne çok başka kişilerle vücutlarını
paylaşarak tatlı bir hüzün sağlayıp, kendilerini boş vermişliğe vurmaları izlediğimiz.
Üstelik bunu seyrederken soluk alışlarını hisseder gibi, kalplerinden pompalanan
kanın nerelerden geçip nerelerde durakladığını hissederek gerçekleştiriyoruz.
Olaydan
tamamıyla bağımsız, daha doğru bir şekilde ifade edilirse direkt olarak ana
konuyla bağlantılı olarak görünmeyen ama neticede ana karakterlerin
hissettiklerine benzer aşk acıları yaşamış kişilerin diyaloglarını dinlediğimiz
sahnelerin aralara serpiştirilmesi de iyi düşünülmüş. Üstelik bu diyaloglarda
dinleyen taraf seyirci ve tutumumuz sadece anlamış gibi yapıp kafamızı
sallamak. Biraz üzerine düşündüğümüzde aslında herkesin yaşadıklarından birer kuple
var anlatılanlarda.
Diyalogların
birinde beklemekten bahsediyor örneğin, ilk gelen biz olduğumuzda ilk birkaç
dakika gecikmede suçu kendi üzerimize atıp zaman ve mekanı karıştırmış
olabileceğimizden, dakikalar ilerledikçe bu kez geç gelen üzerinden senaryolar
yazıp geldiğinde söyleyeceğimiz “bir çift laf”ı tartıp biçtiğimizden ve bilmem
kaç dakika gecikmeden sonra gelmesi ve bizim ona hala aşık olmamız ve trafik
gibi genel/olağan bir nedeni öğrenir öğrenmez kendi zayıflığımızın farkına vara
vara onu affetmemizden bahsediyor. Reddedilmekten bahsediyor biri, zor
olduğundan, giyotin benzetmesi bile yapıyor, kafanın ağır ağır kopmasına
benzetiyor reddedilişleri ve biz her anlatılandan sonra geçmişinizi düşünmeye,
gözlerimizin hafiften flulaştığını fark edip aslında demek istediklerimizin kendimize
söyleniyor olduğunu görüyorsunuz. Yine ne mi değişiyor, hiçbir şey, biz
kendimize kendi yaşadıklarımızı anlatıyoruz, anlamış gibi davranıp çaresizce
kafamızı sallıyoruz.
Yaşananların
görsel açıdan izlediğimiz asıl karakterlerimizin davranışları ve kendi
aralarındaki yarışlarıyla birbirlerine girmeleri ve gülen tarafın ağlarına düşürdükleri
kişi olduğunu fark etmeleri ise hislerin uyanmasındaki en büyük etkenlerden. Acı
görmek istiyoruz, aynı kendi acılarımızı ve bütün çıplaklığıyla görüyoruz da.
Filmin
unutulmayacak sahneleri tabii ki müziklerin eşlik ettiği kareler. Her şarkının
yeniden şekillenmesi yönetmenin yeni bir klip çekmesine benzeyen ve ruh haliyle
kasvetli havanın birleşmesinde tümüyle yardımcı olan bu müziklerin kullanılması
ve görselliğin en üst safhaya çıkması da filmi “iyi” yapan diğer özellik bana
göre. Bang Bang çalarken örneğin adeta Davut olarak gördükleri kişiyle buluşmak
için giderken hissettikleri heyecanı, Pass This On başladığında aralarındaki
çekişmenin kuvvetini ve birbirlerine saldırmalarını, Keep the Streets Empty for Me başladığında ise artık tüm şiddetiyle oluşan kavgayı ve aşık oldukları
adamın bu durum karşısında eğlenmesiyle ona karşı gösterdiğimiz kendi
nefretimizi seyrediyoruz.
Ağır
ağır ilerleyen sahnelerin, aşık olunan kişinin yanına gelindiğinde kalp
atışlarının arması gibi bir anda hızlanmasıyla reddedilişleri izlediğimiz
sahnelerde yine karanlığa gömülür gibi her şeyin durağanlaşması mükemmel
karelerden birkaçı. Her ne kadar Wong Kar Wai’yi hatta daha spesifik bir örnek
vermek gerekirse In the Mood for Love’ı anımsasak da Xavier Dolan öğrendiğini
kendi bakış açısıyla çok iyi dile getirmiş, bize de hem görsel hem de dinleti
açısından tarifi bulunmaz bir işi alkışlamak kalıyor.
Hele
hele sigara için söylenen sözler, portakal ve mandalina renkleri için yapılan
tarif filmi taçlandırmak için son noktaya gelmemize sebebiyet veriyor.
Bu
yüzden filmi şiddetle tavsiye ediyoruz.