michael haneke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
michael haneke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

funny games u.s. (2007)

Michael Haneke’nin yine seyirciyle bir güzel dalga geçtiği, 1997 yapımı filmin yeniden çekimi. Açıkçası orijinalini seyretmeyi de düşünmüyorum. Bunun sebebi kesinlikle filmin kötü olması gibi bir neden değil. Filme kötü demek en büyük hakaretlerden biri olur zannımca. İzlememe isteğimin sebebi filmin tıpatıp benzer olması, oyuncular, dil farklı, yönetmen ve söylenen sözler aynı. Ki okuduğum bazı yorumlara göre ikinci filmdeki oyunculuk kaçınılmaz birincisinden daha iyi. Haneke şiddetin adamı, üstelik bunu bu filmde hiçbir şiddet sahnesini göstermeden yapıyor. Tam da bu nokta da seyirciyle nasıl dalga geçtiği gerçeğine geliyor konu. Klasikleşmiş gerilim korku ya da türü ne olursa olsun, o filmlerdeki kalıplara çomak sokuyor. Müzikle sağlayacağı gerilimi kullanmak yerine hiç müzik kullanmamayı tercih ediyor. Fakat bu filmde az da olsa ses var, üstelik bu, filmi eğlenceli de kılmış.
Filmin başında gösterilen, eve getirilmesi gerekilen ve ne hikmetse botun içine düşüp kalan bıçak, hiçbir işe yaramıyor mesela. Onun öncesine gelecek olursak, filmin doruklara çıktığı noktalarda, baş kadın karakterimiz bir anlık hamleyle silahı eline geçirip gençlerden birini vuruyor, işte seyirci orada bir oh çekiyor, neden, çünkü iyiler her zaman kazanır, en azından ölseler bile bu filmde vurgulanır. Kötüler de kaybeder. Ama olmuyor, sadece bir kumanda filmi geri sarabiliyor ve dolayısıyla gençler daha dikkatli davranıyorlar, iyi olan başkarakterimiz kurtulamıyor. Son sahne zaten bıçak sahnesi, yok öyle bir şey.
Dedik ya filmde şiddet sahneleri gösterilmiyor diye, en belirgini de küçük çocuğun öldürülme sahnesi, kamera o esnada diğer gence sabitlenmiş şekilde, çünkü o sahne yaşanırken hayat devam etmekte, diğer gencimiz mutfakta kendine yiyecek bir şeyler hazırlamaktadır. İzleyici de kameradan dolayı mutfak sahnesine hapsedilmiş olur.
Filmde psikopat gençlerin kameraya dönüp seyirciyle konuşması da yanılmadığımızın bir ispatı, evet biz tahmin edilen gibi filmin başını sonunu o şekilde beklemiyorduk.
Filmdeki konudan bahsedecek olursak, aslında yoğun işlenen bir söz edemeyiz, iki genç beyazlar içinde gelirler ve aileye işkence uygulamaya başlarlar. Her şeyin nezaket çerçevesinde gerçekleşse aslında tüm bunların yaşanmayacağını da söylemeden geçmezler. Olayın başlangıcı ise dört adet yumurtadan ileri gelir.
Haneke 10 yıl aradan sonra neden bu filmi yeniden çekme gereği duydu sorusuna ise şöyle bir cevap getirilmiş. Bu eleştirilerin Hollywood’a ulaşması. Aslında Amerikalıların gidip de altyazı bulup da bir Avrupa filmi izleyeceklerini ben de düşünmüyorum ama Haneke yapmak istediğinde başarılı olmuş mu, sanırım hayır çünkü filmin bütçesi ve kazancı arasında dağlar var.
Tabii diğer yorumlara da kulak vermemek elde değil. Filmin yeniden çekilmesi hakkında Haneke’nin paraya ihtiyacı olduğu bile söyleniyor. Hem bir kişi bu kadar üne kavuşmuş, saygınlığı giderek artmışken kendi filmini, her zaman eleştirdiği Hollywood için neden çeksin? Neyse ki özüne dönmeyi de başarıyor. Bu, orijinal filmin daha iyi olduğunu savunanların görüşü tabii.
111 dakikalık suç, dram, gerilim kategorili filmin oyuncuları ise Naomi Watts, Tim Roth ve Michael Pitt. Filmin 3 ödülü ve 1 adaylığı bulunmakta. Ortalama 28 bin kullanıcının oylarıyla da 6.3 IMDb puanına layık görülmüş.
Neden ikinci filmi çekti, paraya mı ihtiyacı vardı, çekilecekti madem başka bir yönetmen el atsaydı tartışmaları bir kenarda dursun Michael Haneke aşmış, kendi çizgisinde seyir eden, her daim bizi yanıltmak ve kendi benliğimiz hakkında fikir sahibi olmak hatta kişiliğimizi sorgulamamazı sağlayıp bizi derin düşüncelerle boğan bir yönetmen. Funny Games de onun belki de en çok bilinen filmi. İzlemekten çekinmeyin. Ama unutmayın ki film, huzursuzluklarla dolu.
Üstelik Haneke film için demiş ki, bu film ilk kez izleyecekler için, izlemiş olanlar için değil. Ve de iki filmin benzerliğini daha rahat görebilmek için buradaki karşılaştırma videosunu seyredebilirsiniz.
Ayrıca Paul ve Peter'ı en başarılı 35 sinema kötüsü adlı listede de 2.sırada görüyoruz. Listeye bakmadan geçmeyin.

paylaş:

das weiße band - eine deutsche kindergeschichte (2009)

The White Ribbon.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da bir köy ve köyde geçen talihsiz, beklenmedik olaylar. Sinemanın zor yönetmeni Michael Haneke’den huzursuz edici bir film.
Aile bağlarını, aile içi şiddeti, eğitimi, dini bir güzel sorgudan geçiren Haneke, cevapsız kalan soruları açıklamak yerine bu soruların çıkış noktalarını irdelemeyi seçiyor.
Küçücük hataların karşılığında ağır ceza yöntemlerinin uygulandığı bu köyde, filmin odak noktası olan asıl suçların nasıl da halı altına süpürüldüğü anlatılıyor.
Bir öğretmen, korodaki çocuklar, baron ve eşi, baronun çocuğu, ölen bir anne, kaza geçiren bir doktor, ebe, doktorun kızı, garip bir papaz, papazın çocukları. Aslında büyüklerin çocuklar için cehenneme dönüştürdüğü bu köy, şiddetin göbeği, çıkmaz yollar ve anlamsızlıklar bütünü.
Ensest kavramını gözümüzün içine sokan Haneke, düz bir filmin girintili köşelerine tokadı, şamarı, sopayı çok da güzel yerleştiriyor.
Filmin siyah-beyaz olmasını da şöyle açıklıyor Haneke:
“Genellikle tarih filmleri izlediğimde, hikâyenin doğru olduğunu bilmeme rağmen, inanmakta zorlanıyorum. Bunun nedeni görsel hafızamda bu zamanların gerek var olan videolar gerekse resimlerden dolayı zihnimde siyah-beyaz ile ilişkilendirilmiş olması. Başka şekilde hayal etmem nasıl mümkün olabilir? Ayrıca siyah-beyazı seviyorum ve bu fırsatı bir neden olduğu zaman kaçırmam.”
Çocuk karakterlerin oyunculuklarındaki başarı filmin kendi başarısına da yansımış durumda.
Gizem ve dramı sonuna kadar işleyen film yönetmene 2009 Cannes Film Festival’den Palme d’Or ödülünü kazandırmış. Ayrıca filmin 2 dalda Oscar’a adaylığı 26 ödülü ve 28 farklı adaylığı bulunmakta.
114 dakika uzunluğundaki 2009 yapımı film IMDb’den de 7.9 puan almış, metascore’u ise 82/100.
Ve çocuk karakterlerden birinin söylediği söz akıllarda kalır: "Tanrıya beni öldürmesi için bir şans verdim."


paylaş:

caché (2005)

Televizyon için edebiyat programı hazırlayan entelektüel bir adam ve onun ailesinin garip videokasetler yüzünden çalkalanışını anlatan, aslında görünenden çok seyircisinin önyargılarını konu edinen inanılmaz derece akıl karıştırıcı ve bulmaca misali ilerleyen dakikalarıyla izleyiciyi kendini sorgulaması için zorlayan bir film Caché. Her zaman göz önüne serdiğimiz haklı-haksız ayrımını tüm çıplaklığıyla izlememizi sağlayan, yaptığımız seçimlerin aslında delillerden değil de sınıf ayrımı, ırk, kültür gibi kategorilere dayandırdığımızı yüzümüze tokat gibi vuran bir film.
Olay, burjuva sınıfı bir ailenin nereden ve kimden geldiği belli olmayan bir videokaseti izlemeleriyle başlar. Birkaç dakika süren kasette ailenin evine girişleri ve çıkışları seyredilmekte. Kasetlerin sayısı arttıkça kendi geçmişinden kaçmaya ve kurtulmaya çalışan evin babası, kasetlerin gösterdiği yolu izleyerek yüzleşemediği kendisine merhaba der.
Durağan bir film olmasının yanında müzik de kullanılmaması filmin zor izlenmesini arttırsa da filmi sonuna kadar izlemeyi başaranlar anlatılmak isteneni kavradıklarında hiç de pişman olmadıkları bir eylemi yerine getirmiş olacaklar. İzleyicisinin rahatsız olmasını isteyen bir filmin müzik kullanmayarak ortamı daha da gerdiğini ve karamsarlığa boğduğu yorumunu getirmek çok da zor değil.
Başrollerinde Daniel Auteuil ve Juliette Binoche’nin oyunculuklarını sergilediği muhteşem bir Michael Haneke filmi.
Haneke, filmi izlerken bizi ne duruma sokmak istedi bilinmez ama film bittikten ve birkaç yorum okuduktan sonra kendimiz hakkında yorum yapıp, biraz da olsa kendimizden utanmayı sağladığı bir gerçek.
Filmin sonundaki sahnede ise bu durumdan şikâyetçi olan Haneke’nin umudunun var olduğunu anlamak hiç de zor değil.
Film, Haneke’ye 2005 Cannes Film Festival’inde en iyi yönetmen ödülünü kazandırmış, bir rivayete göre Fransızlar filmi Oscar’a yollamak istemişler lakin Haneke komitenin yazılı talebine cevap bile vermemiş.
Filmin toplamda 21 ödülü ve 22 farklı adaylığı bulunuyor.
2005 yapımı film, 117 dakika uzunluğunda, dram, gerilim ve gizem kategorilerinde. Yaklaşık 24 bin kullanıcının oylarıyla da 7.3 IMDb puanına layık görülmüş. Metascore’u ise 83/100.
Filmi izledikten sonra daha iyi anlamak için yönetmenle yapılan bir röportajdan alıntıyı okuyabilirsiniz.
“x: Normalde Georges’a vermiş olduğunuz burjuva rol, entelektüel rol, sanki bu tür insanların daha iyi insanlar olması gerektiğini düşünmemize sebebiyet vermiyorlar mı?
Haneke: 3000-4000 yıllık ortak ve dev bir insanlık kültürümüz var, bu sizce şimdiye kadar bizi iyi yapabildi mi?”
Ve Haneke şöyle bir yorum yapmıştır: “Avusturyalı sanatçılar, düşünürler, belki de işleri ört bas etmede dünyanın bir numarası durumdalar, hiçbir şey yokmuş gibi davranmakta adeta ustalar. Zaten Freud da başka ülkeden çıkmazdı.”
Benliğimizi sorgulamak için izlenmeye değer bir film. Film hakkında ise getirilmiş en güzel yorumlardan biri şu: “İnsanı rahatsız eden bir Haneke filmidir. Dekolteyi her yerden verip bayağılaşmak yerine misal, sadece derin bir yırtmaç açar vicdanınıza. Apışır kalırsınız!”

paylaş: