ben biraz da kendimim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ben biraz da kendimim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

bugün bana deli dediler

Bugün bana deli dediler. Bana deli diyenler kendi delillerini döktüler dilleriyle ve bana deli dediler.
Duvarın arkasında bıraktım onları, susuzluklarından birkaç gün içinde ölecekler. Çığlıklarını duyacağım, can havliyle birbirlerini ezecek, tırnaklarını geçirecekler duvara ve ben kulaklarımı tıkayıp ona kadar sayacağım içimden, bir, iki, üç, …
Bugün bana ezik dediler. Bana ezik diyenler kendi bileziklerini takmışlardı kollarına ve bana ezik dediler.
Duvarın arkasında bıraktım onları, hırsları yüzünden birkaç gün içinde delirecekler. Çığlıklarını duyacağım, herkes bilezikleriyle bahis oynayacak ve kaybedenleri dışlayacaklar ve ben ağzımı kapayıp içimden ona kadar sayacağım, bir, iki, üç, …
Bugün bana sapık dediler. Bana sapık diyenler kendi apış arasının yenilgisi içinde ve durup bana sapık dediler.
Duvarın arkasında bıraktım onları, ezik benlikleriyle oynaşıp kendi çocuklarının ırzına geçecekler. Homurtularını duyacağım, herkes kendini tatmin ederken ben beynimi kapayıp içimden ona kadar sayacağım, bir iki, üç, …
Bugün bana aferin dediler. Bana aferin diyenler kendi başarısızlıklarını göremeden bana aferin dediler.
Duvarın arkasında bıraktım onları, ne çığlıklarını ne de homurtularını duyuyorum. Yavaş yavaş ezilip, delirecekler. Kendilerini tatmin etmek için bir delik arayacaklar, duvara tırnaklarını geçirecekler. Ben gözlerimi kapayıp uyumaya çalışacağım.
İçimden ona kadar sayacağım ve on deyince uykuya dalacağım.
Bir, bugün bana deli dediler.
İki, bugün bana ezik dediler.
Üç, bugün bana sapık dediler.
Dört, bugün bana aferin dediler.
Beş, yolu yarıladım az kaldı.
Altı, kulaklarımı tıkadım, artık sizi duymuyorum.
Yedi, beynimi kapadım, artık sizi düşünmüyorum.
Sekiz, gözlerimi kapadım, birazdan uyuyacağım.
Dokuz, derin bir nefes alıyorum.
paylaş:

zıplamak

Göğün milyon ton ağırlıktaymışçasına yük olması gibi sırtımıza, taşıyamayacak ve düşürecekmiş gibi bedenimizi sabitlerken toprak ananın üzerine, dizlerimizin bıkmışlığından yavaşça eğilirken yere sanki büyük bir kuvvetle itiyormuş gibi dünyayı, bedenimizi gererek zıplıyoruz ulaşabileceğimiz en üst noktaya.
Bize öğretilenleri uygular gibi hedeflerimizi hep en üst noktalarda seçip, kendimizden eksildiğimizin farkına varmadan süre gelen yaşantımızda bir nevi adetleştiriyoruz hareketlerimizi. Büyüklerimizin yanı, sarı boyalı kütüphane ortamıymış gibi kesinlikle yüksek sesle konuşmuyoruz onlara karşı. Çünkü biz, zıplarken bile bize öğretilenler doğrultusunda yapıyoruz tüm eylemlerimizi. Bakışlarımızın düşmanlığında beynimize karşı açmış olduğumuz savaşta kendi beynimizi mağlup duruma düşürerek bir de güzel alkışlatıyoruz başkalarına kendimizi.
Özgür değiliz, sadece insanların gözü üzerine düşüyor diye basit bir kumaş parçasını üzerine sarmayan kişilerle beraberiz her dakikada. Salt fikirlerimizi iletebileceğimiz başlar yok karşımızda. Biz, başkalarının savlarına karşı zırhımızı çoktan indirmiş kişileriz, güçsüzleriz.
Kendi düşüncesini bile karşı tarafa aktaramayıp ezilip büzülen zihniyetleriz. Hatta bin bir çeşit insanın boy gösterdiği minibüsteyken çocuğumuzun ağlamasından başkalarının rahatsız olduğunu düşünüp, sırf çocuğumuz sussun diye eline sigara paketi veren yitikleriz.
Yol kat etmek için bisiklet pedalına bile basamayan, bağırış çağırışlarda üç maymundan kulak tıkayanı olan, işimize gelmeyince bir güzel inciten, arkamızdaki babayiğitlere sırtımızı dayamış, sonradan görmüş gibi pis pis sırıtan, yazılan söylenen her şeye inanıp kılıcın karşısına kalemle çıkıp gülünç duruma düşen biz, küçük beyinliler, aç kaldığımızda tırnaklarımızı çamura batırmak yerine beyinlerimizi yeriz tuzlayıp, karnımız doymaz.
Sanki boşluktaymış yada kanatlar takmış gibi vücudumuza, kuş gibi hissederek tenimizi toprak anadan kuvvet alıp özgürce ve sadece biz olduğumuz için parmak uçlarımızın ulaşabileceği en yüksek noktayı yakalayacakmışçasına, mutlulukla, azimle, çırpınarak zıplıyoruz.
paylaş:

uzak

Siyahın matemine büründüğüm gecelerde yalnızlığı arkadaş edinen kelimelerde sensizliği arıyordum. Tutunamıyordum… En soluk mavi bile uçarı kalıyordu flu hayatıma. Tanımlarım takılıyordu bir yazarın aslında demek istediklerine. Ve benim kelimelerime katık oluyordu sonra o dile gelişler... Yani demem o ki; bazı insanlar vardı, yaralarıyla doğan, bebek kalbine bırakılmış çetin bir ızdırabı taşımaya mahkum edilen ve yaşama tümlenememe sebepleri olan iç sızılarına saygıda kusur eden... Yaralı insan her daim kanıyordu, ruhunu kemiren o illeti bir türlü atamıyordu. Olağanca hızıyla düşüyordu matemine beden yontularının… Tıpkı benim gibi, tıpkı beni ele veren kelimelerim gibi.. Acıya doğmuş bedenlerden biri olduğumu yineleyen kaybedişlerimde kabullendim ben de. Alıkonulan bir parçam vardı beni tanımlarken benden ayrılan, beni bana düşman eden, ömrüme yalnızlık boyunduruğu takan… Soluğumu daha uzun hissettiğim gecelerde ondan kurtulmak için tarifi imkansız savaşlar veriyor ve kendimden yenik düşüyordum. Bazı günler öyle acıyordu ki bedenim, öyle kalabalıklaşıyor ki yalnızlıklarım… Bedenime kenetlenmiş acılarımı sürgün etmek istiyorum başka mahkumluklara.. Ey beni bana düşman eden kirlenmiş yabancı! Yeter artık git, ne olur bırak peşimi, hayallerimden kaçır sızılarını... Seni taşımaktan yorgunum, yoruldum… Sırf seni unutmak adına kaçıyorum yasaklı şehrime, kaçıyorum en bilinmeyene. Uzaklara gidince tükenir sanıyorum ama kendimden uzağa gidemiyorum ki… Kıyıya vuran dalgaların sesinde kanayan yaralarım dile geliyor, şehir sen kokuyor ya da ben… Muhtelif zamanlarda pusuya yatmış yalanlar gözlüyor beni bu şehrin izbe sokaklarında... Kulağıma çalınan sesler bilindik, karşımda beliren yüzler sarhoş. Belirgin olmayan düşlerden uyanıp binlerce kaçak suratı, yüzlerce dudak palavrasını taşıyorum bir şehirden öteki şehre… Beni bu şehre salan yaralarım daha da belirginleşiyor gecemi sabaha uzatan göz kapattığım yenilgilerimde. Her isyanın katma değer vergisi düşülüyor ömrümden, yaralarımın merhemini başkalarının hayatlarında sınamam en ağır darbeyle tökezletiyor son isyan kalıntılarımı da. Şakağına aydınlık vurmuş kara kaplı insanların dev gölgeleri düşüyor kaldırımlara.. Ufalıp silikleşiyorum bakışsal darbelerinde ve şehir büyüyor gözlerimde… Yeni gitme vakitlerine gebe iğreti yaşamıma her geçen gün daha fazla uzaktan bakıyorum, çok daha uzaktan... Uzak...
paylaş: