‘’İnsanlık ne ara yok oldu? Bu Harun ağğbi de kim oluyor?’’ diyen sevgili kalemsure halkı! Tıklayınız.
21 Aralık 2012 de gerçekleştirilen büyük hadron çarpıştırıcısı sonucunda ortaya çıkan kara delikler, dünya nüfusunun
%99’unu yutmuştu. Kurtulanların ise bir şekilde Cern’e ulaşmaları gerekiyordu…
Harun ağğbi ve ben 2 haftadır Cern’e
ulaşmaya çalışıyorduk. Hem Harun ağğbinin koca göbeği hem de benim sigarayla
yıkanmış olan ciğerlerim yüzünden pek heyecanlı bir yolculuk olmamıştı
bizimkisi. Ha bire durmak zorunda kalıyor, oksijen ihtiyacımızı gideriyorduk. Sonunda
Yunanistan sınır kapısına ulaştığımızda ise ne yapacağımıza karar verememiştik.
Çünkü sınır kapısının hemen yanında gördüğümüz iki atv aracı ve Harun ağğbinin
‘’ lan olum ben hiç Çeşme’yi hiç Bodrum’u görmedim. Hazır araçları da bulmuşken
gidelim görelim oraları. Sonra yine açılırız Avrupa’ya, Cern’e…’’ demesi
üzerine kala kaldık. ‘’Ağğbicim insanoğlunun devamı söz konusu’’ dedikçe birkaç
kıvrak dans figürü eşliğinde ‘’sıcakkk kumlar, russ garılarrr’’ dedi.
‘’ağğbicim orda ülkemizi temsil edicez, eksik kalmayalım insanlığın yeninden
yaratılacağı şu zamanda’’ dedikçe Brezilya yöresine ait birkaç samba-samba
hareketle ‘’pahalı otellerrr, hiç
içemeyeceğimiz içeceklerrr’’ dedi. Birkaç saniye oturup düşününce ne kadar
saçma şeyler söylediğini idrak edebilmiştim. ‘’3 Ocaktayız Harun ağğbi.
İnsanlar yoğğ olmuş yoğğ’’ diye bağırdım. Ardından Yunanistan’a ani bir
hareketle kaçak girişte bulundum ve Jack Daniels kapıp bir koşuda ülkeme geri
döndüm. Hiç beklemediği bu ani hareketim sonrasında Cern’e gitmeye razı olmuştu
sonunda.
Boş yollarda arsızlar gibi sürüyorduk
atv’leri. Yeri geldi mi ‘’ciiziieeehh’’ diye acı acı fren sıkıyor, yeri geldi
mi ön kaldırıp heyecanın dozunu artırıyor, yeri geldi mi de araçlarımızdan inip
kendilerini çalışır vaziyette boş yollara bırakıyor, arkalarında koşuyorduk.
Şuursuz hareketlerimiz sonucunda bir atvmiz telef olmuştu bile. Biz iki kişi
tek atv üzerinde Cern’e gidiyorduk.
Aslında birkaç kez deneme-yanılma yöntemiyle
araba kullanmayı denemiştik ama her seferinde araç stop ediyordu. Koskoca
Cern’e 40 km/h süratla gidiyorduk…
Yunanistan’a kadar gelmek kolaydı. Elimizde
harita olmadan buralara kadar gelebilmiştik. Lakin yolun bundan sonrasında
tamamen yeteneğe bağlıydı. Yolların arsızı, şahbazı olmak gerekiyordu. Bu, ne
Harun ağğbi de ne de bende bulunan bir özellikti… Geri dönme kararı almış, tam
Bodrum’un yolunu tutmuşken 100 metre önümüzde bulunan bir mahalleden çığlığa
benzer birkaç ses duyduk. Aracı Harun ağbi kullandığı için hemen oraya doğru
sürmeye başladı. Bir sokağa girmiştik. Çığlık yeniden nüksetmişti. Etrafımıza
baktık lakin hiç kimseyi göremedik. Araçtan inip etrafa bakındım. Köşedeki
binanın arkasına doğru koşup orayı da kontrol ettim. Ses buradan geliyordu.
Rüzgâr’ın boş tenekeler üzerindeki sesiydi bu. Yalnızlığımızı bir kez daha
hissetmiştik.
Rüzgârdan yediğimiz bu falsolu hareketi
sindirebilmek için biraz mola vermekte hemfikirdik. ‘’Harun ağğbi ben buralara
bakayım, işe yarar şeyler varsa kapıp geliyorum’’ dedim ve sokakta sürtmeye
başladım. Birkaç markete girip yiyecek bir şeyler aldım. ‘’Koskoca
felsefecilerin yetiştiği şu toprakların düştüğü hale bak be. Aristotales’lerin,
Platon’ların, Sokrates’lerin, Diyojen’lerin beyin fırtınaları yaptığı
topraklardayım ve süpermarketten peynirli cips, light cola ve haribo altın
ayıcık alıyorum’’ dedim. Üzerimdeki sinirle birlikte aldıklarımın hepsini yere
fırlattım. Bi beş saniye sonra ne yaptığımın farkına vardım ve telaşla haribo
paketini 3 kere öpüp 3 kere alnıma dokundurdum. Peynirli Cipse de aynısı
uyguladım. Akabinde yiyecekleri yerden kaldırıp yüksek raflara yerleştirdim.
Sonuçta pakette de olsalar onlar nimetti.
Markette yaşadığım ibretlik durum sonrasında
Harun ağbiyi bulmaya ve kendisine ‘’insanoğlu değerlerinin üzerine neden
süpermarket kurar ağğbi?’’ ana fikrinde bir tartışma konusu açmak üzere
kendisini aradım. Atv’nin yanına gittiğimde orada değildi kendisi. Sokağın
sonunda durmuş bir şeye bakıyordu. Endişelenmiş, koşarak yanına gitmiştim.
Nefeslenmeye çalışırken neye baktığına bir göz attım ve nutkum tutuldu.
Gözlükçünün vitrinindeki kadının fotoğrafı
inanılmazdı. İnanılmaz derecede güzel bir kadındı. Bakışları çok derin, çok
güzel, beni benden alan bakışlardı. Neredeyse 3 hafta sonra bir insanı bu kadar
yakından görüyorduk. Bu insan bir kadın olunca etkisi daha fazlaydı tabii ki.
Kadını fütursuzca röntgenlemeye devam ederken gözüme bir yazı çarpmıştı.
‘’Haydar Optik’’…
Kadınlara karşı bu zamana kadar ne
hissettiysem bir an için tısss diye sönüp gitmişti. Bu, vitrindeki kadının
hemen yanında ‘’Haydar Optik’’ yazıyordu. Kadınlar artık benim için Haydar
optikti, dolmuşa binmekti. Boş akbil basarken yaşadığım gerginlikti… Yunanistan
da bu korkunç dükkânın ne aradığını bile düşünmedim. Ellerimle Harun ağğbinin
gözlerini kapatıp aracımıza doğru yürümeye başladık. Yalnızlığımız yine
nüksetmişti.
Atv’mizle yolların tozunu attırdığımız anda
aracın yakıtı bitmek üzereydi. Bir benzinliğe girmiş, aracımıza yakıt
dolduruyordum. Harun ağğbi marketten elinde bir harita ile çıkagelmişti. Harita
üzerinden tahmini olarak nerede olduğumuzu işaretledik. Sonra Cern’in nerede
olduğuna baktık. Aşmamız gereken yol gerçekten çok fazlaydı. Bunu atv ile
yapmak ise tam bir işkence olacaktı. Biz de mecburi olarak Yunanistan’ın
güneyine doğru gitmeye karar verdik. Hayatımızın geri kalanını felsefi
tartışmalarla, gezip görülebilecek yerlerle, sınırsız yiyeceklerle, özellikle
de haribo altın ayıcıklarla geçirecektik. Heyecan gerekiyorsa onu da
yaratabilirdik. Sonuçta dünya bize kalmıştı…
Harun ağğbiyle benzinlikten çıkalı yarım
saat olmuştu. Aracı ben kullanıyordum. Boş yolda serseriler gibi aracımızı
sürerken karşı taraftan uzun beyaz önlüklü bir topluluğun bize doğru geldiğini
gördüm. Bisikletliydiler. Heyecandan ne yapacağımı şaşırınca atvyi ani bir
şekilde durdurup ters istikamete doğru sürmeye başladım aracı. Bisikletliler
arkadan bağırıyor, ben son hız onlardan kaçıyordum. Harun ağğbinin beni
uyarmasıyla birlikte ‘’ciiziieehh’’ diye sıktım freni. Bisikletliler yanımıza
geldiler. Birkaç şey söylediler. Anlamadım. İngilizce konuştuklarını
kavrayabilmiştim ama. Deneyden önce yabancı dil olarak İngilizce okuyordum ve
söyledikleri hiçbir şeyi anlamayınca kendimden tiksindim. Sonra ‘’iyi ki deneyi
yapmışlar haa’’ dedim.
Harun ağğbi biliyordu İngilizce. Yaklaşık
olarak 15 dakika konuştular. Konuşmadan sonra Harun ağğbi sırıtarak ‘’kurtulduk
laan’’ dedi. ‘’Cern’den tee bizim için gelmişler. Şimdi limana gidip gemiye
binecekmişiz. Fransa’ya kadar gidicez gemiyle. Sonra Cern’e’’ dedi.
Bisikletlilerle birlikte Harun ağğbi birkaç samba samba hareketle kutlama
yaptılar. ‘’What happened on the Cern’
de?’’ diye sinsi sinsi bir ses tonuyla, yarım yamalak İngilizcemle sordum.
Bisikletliler Harun ağğbiye açıkladı, o da bana açıkladı. ‘’İşte bu deneyin
yapıldığı gün teknik bir arıza çıkmış. Deney yapılamamış. Müdürleri herkesi
evine göndermiş, bir tanesi gitmemiş evine. Olmaz, ben çalışacam falan demiş.
‘İyi o zaman çıkarken şartelleri indirirsin’ demişler. ‘Kapıları falan da
kitlersin’ demişler. Bu bunları unutunca olanlar olmuş. Önce karşılıklı açık
kalan kapılar yüzünden cereyan çıkmış, ondan sonra şarteller zırt pırt açılıp
kapanınca sistem çalışmaya başlamış. Sonra gelsin kara delikler, gitsin
insanlık olayı yaşanmış’’ diye açıkladı Harun ağğbi. İçime sigara
çekiyormuşçasına derin bir nefes aldım ve bisikletlilerin suratına haykırdım;
‘’Hay sizin yapacağınız deneye 1, şartelleri indirmeyen bilim adamına 2 be!’’
dedim. Söylediğimi anlamadıkları için karşılıklı olarak güldük, eğlendik.
2-3 hafta sonra Cern’e ulaşmıştık. Taş
çatlasa 250-300 insan vardı burada. İnsanlığın devamı artık bizlere bağlıydı.
Üstün ırkı yaratabilirdik belki de. Lakin oylama yaptık ve üstün ırkı falan
yaratmamaya karar kıldık. Sakin sakin yaşayacaktık. Harun ağğbinin anlattığına
göre ihtiyacımız olan tek şey bir gıda mühendisiymiş. Bisikletçi bilim
adamlarının yaptığı araştırmaya göre de Türkiye de, Alaşehir Manisa da kısa
dönem erlik yapan bir gıda mühendisi varmış. Yarın yola çıkıp onu buraya
getireceklerrmiş. ‘’iyi’’ dedim. ‘’Gelsin de birazcık mercimek çorbası içelim.
Hep altın ayıcık nereye kadar’’ dedim. Harun ağğbi tip tip bakmıştı bu sözümün
ardından.
Biz kurtulmuştuk. Gıda mühendisimiz de
gelirse, bu az nüfusla birlikte çok güzel yaşayacaktık. Mayaların ön gördüğü
kıyametten sağ kurtulmuştuk. Artık sakin bir hayatımız olacaktı...
Görseli buradan aşırdık.