sosyal şizofren


Okyanusu bile bir kaşık suda boğmak istiyorum, nedir bu bendeki öfke bu nefret?
Sağanakla beraber sokaklarda sürüklenen şeyler gibi kendimi damarlarımdaki kanın akışına bırakmak istiyorum, olmuyor. Her defasında sanki kalbim daha hızlı atıyor ama damarlarımdaki kan duruyor, normal mi bu?

İlk başta sandığımın aksine bir aşk, bir heyecan değil bu. Bir güzel uğruna yaşanan dengesiz duygular değil bunlar. Hayatımın her saniyesinde savaştığım ben bu. Düşünüyorum da yoksa dengesizlik kanımda mı var?
Bende eksik olan ne, fazla olan ne bilmiyorum ama eğrisinin doğrusuna denk düşmüyor. 

Çabalamak mı, bocalamak mı?

Kültür sıkışması koydu bazıları bunun adını, bazıları ağır travma dedi, depresyon, yalnızlık hissi, artık iyicene şaşırdım hangisi, hangisi gerçek ben?

Son teşhisi de oldukça yaratıcı buluyorum: Şizotipal kişilik bozukluğu

Herkes bir isim takıyor bana fakat en sevdiğim: Sosyal şizofren. biraz sarkastik, biraz eğlenceli geliyor bana. Sanki her şeyi biraz tiye alıyor.



Sevdiğim bir arkadaşımın yorumu, artık beni aşağı, dibe çeken şeylerden kurtulmalıymışım, semer vurulan eşeğe yük çok vurulurmuş.
O sıra çok üstünde durmadımsa da, düşündüm de harbi, onca yükü indirsem sırtımdan bir amacı kalmıyor hayatımın. Ulaşmak istediğim hiçbir hedefin sonunda mutlu bir ben bulamıyorum, ben ben olamıyorum bir türlü. Avaz avaz küfürler savurmak istiyorum etrafıma ama kimseyi de üzmek istemiyorum, bu ne yama çelişki anne?

Belli ki kızgınlığım kimseye değil, o halde, sahi neden kızgınım ben, neyle alıp veremediğim benim?

Şu sıra sanki bu dünyada değilim. Bu gün birkaç kişinin olduğu bir meclise girdim. Küçük bir oda. Nasıl olduysa ilk bir kaç dakika odadaki insanlardan sadece birini gördüm. Bir anda kalabalık olduğumuzu fark ettim. Turgut Uyar, kalabalık oluyorum, derken bunu mu kast etmişti acaba? Aklını yer küreye sabitleyecek bir pranga mı bulmuştu kendine? Aşk bir pranga mıydı onun için? Bu mudur yani?

Sonra, düşünüyorum. Ben gerçek beni aramalı mıyım gerçekten. Belki de bütün sorun burada. 

Konuştuğumda veya yazdığımda artık neredeyse her cümlem soru işareti ile bitiyor. Ne kadar çok sorum var benim böyle!

Bir an oluyor, öyle hızlanıyor ki kanım, bedenimin her santimetresinde damarlarımı hissediyorum. İşte bu, ruh bu, diyorum ve bir anda uçucu kimyasallar gibi yok oluyor. Afallıyorum. Dönüyorum dolaşıyorum olmuyor, uçmuş artık.

Kafam patlayacak sanki. Her şey toplanamayacak kadar dağıldı artık. bir cümlem de doğru bitse, bitmeyecek bir akın başlayabilse artık içimde, ya başlamasa ya da bitmese, keşke.

Sürekli aklımda Nietzsche’nin şu sözleri: Bazıları çok erken bazıları çok geç hayattan ayrılıyor, asıl iş tam zamanında ölmektir.

Yine geldim. Yine kendime bir not bırakma ihtiyacı, okuyup okuyamayacağımı bilemeden. Çok da gerekli mi? Değil fakat iyi hissettiriyor.

Umarım okurken gülümserim. 
paylaş:

0 YORUM:

Yorum Gönder