Adalet ve İktidar Pastanesi
"Yani bana öyle geliyor ki adalet fikri kendi içinde, farklı tipteki toplumlar tarafından belli bir siyasi ve ekonomik iktidarın bir aracı olarak ya da bu iktidara karşı bir silah olarak icat edilmiş ve devreye sokulmuş bir fikir. Ama bence, adalet kavramının kendisi, her halükârda sınıflı bir toplumda ezilen sınıf tarafından, kendisini haklı çıkarmak amacıyla yapılan bir hak iddiası işlevini görüyor. Sınıfsız bir toplumda hâlâ bu adalet kavramını kullanır mıyız, emin değilim." (michel foucault)
Burjuva tekeline geçmiş adalet pratiğinin kendisi, bin yıllardır özel mülkiyetle beraber bu kadar özdeşleşmişken, "mülk allahındır" "adalet mülkün temelidir" gibi iktidar söylemlerini düşünerek, bu kavramın gerçekte sınıflı toplumlar arası diyalog illüzyonundan ileri gitmeyeceğini biliyoruz.
Özel mülkiyetin doğuşundan itibaren, adillik fikrinin schopenhauer'ın 'negatif adalet' kavramıyla, zaten hakkı olanı geri veren ve en başında neden bu hakkı aldığı belli olmayan (olan) iktidar diyalektiğini görmek zor değil.
Her olayda, özellikle son dönemde, sürekli aynı silahla vuruyor bu nasyonal sosyalizm ile neoliberal siyaset arasına sıkışmış iktidar. Herhangi bir olaydan sonra, bastırılmış öfkeyi yahut muhalif tepkiyi 'vicdan mastürbasyonu'na çevirmek.
"Bir sonuç yerine, bir neden olarak vicdan" konusunu bir düşünek mi?
(Yazının devamına da, yine fuko dan bir yazı ekleyeceğim.)
Şerefe!
"Hiçbirimiz hapishaneye girmeyeceğimizden emin değiliz. Bugün her zamankinden de az eminiz. gündelik yaşamımız üzerinde polisin sıkı denetimi artıyor: Sokakta ve yollarda; yabancıların ve gençlerin etrafında; düşünce suçu yeniden ortaya çıktı. 'Gözaltı' koşullarında yaşıyoruz. Adalet aşıldı deniyor bize. Farkındayız. Peki ama ya aşan polisse? Bize deniyor ki, hapishaneler aşırı kalabalık. Peki ama ya aşırı-hapsedilmiş olan halksa?''
''Sorun model hapishane veya hapishanelerin ortadan kalkması değil. Günümüzde, bizim sistemimizde, marjinalleşme hapishane tarafından gerçekleştiriliyor. Bu marjinalleşme, hapishaneyi ortadan kaldırmakla otomatik olarak yok olmayacaktır. Bu durumda toplum, bir başka araç oluşturuverirdi. Sorun şudur: Günümüz toplumunun nüfusun bir bölümünü dışarıya itiş sürecini açıklayan bir sistem eleştirisi sunmak. işte sorun.''
''... kesinlikle içler acısı maddi koşullar; ceza evinde en utanmaz sömürü ve kölelik düzeyindeki çalışma; tıbbi bakım yokluğu; gardiyanların dayak ve şiddeti; tek yargıcı hapishane müdürü olan ve mahkûmları ilave cezalara çarptıran keyfi bir mahkemenin varlığı.''
''Disiplinleriyle hastaneler, tımarhaneler, öksüzler yurdu, okullar, eğitim evleri, fabrikalar, atölyeler ve nihayet hapishaneler; bütün bunlar on dokuzuncu yüzyılın başında yerleştirilmiş ve hiç kuşkusuz sanayi toplumunun ya da kapitalist toplumun işleyiş koşullarından biri olmuş olan iktidarın bir tür büyük toplumsal biçiminin parçasıdır. İnsanın vücudunu, varlığını ve zamanını işgücüne dönüştürmesi ve onu kapitalizmin işletmek istediği üretim aygıtının hizmetine sokması için bütün bir zorlama aygıtı gerekli oldu; ve bana öyle geliyor ki, insanı kreş ve okuldan alıp kışladan geçirerek, hapishane veya akıl hastanesiyle tehdit ederek -"ya fabrikaya gidersin, ya da hapishaneye veya tımarhaneye düşersin!"- sonunda düşkünler evine götüren bütün bu zorlamalar aynı iktidar sisteminden kaynaklanıyor. Diğer alanların çoğunluğunda bu kurumlar esnekleşmiş ama işlevleri aynı kalmıştır. Günümüzde insanlar artık sefalet tarafından değil, tüketim tarafından kuşatılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi, başka bir biçimde de olsa, insanlar kendilerini gün boyu çalışmaya, fazla mesai yapmaya, işe bağlı kalmaya zorlayan (bir ev, mobilya... satın almışlarsa) bir borç sistemi içine sürekli kapatılmışlardır. Televizyon imajlarını tüketim nesneleri olarak sunar ve on dokuzuncu yüzyılda insanların yapmalarından onca korkulmuş olan şeyi yapmalarını engeller, yani siyasi toplantıların yapıldığı, işçi sınıfının kısmi, yerel, bölgesel gruplaşmalarının siyasi bir hareket yaratma tehlikesi, belki de bütün bu sistemi devirme imkânı taşıdığı bistrolara gitmek.''
''Kapitalizmin on dokuzuncu yüzyılda varmış olduğu noktanın ortaya çıkardığı iktidar mekanizması; bu mekanizmanın kullandığı söylemsel pratikler ile söylemsel olmayan pratikler; yani insan bilimleri ve onların "insan"a dair ürettiği hakikatler ile bu hakikatlerin üretilmesi için oluşturulan kurumsal mekânlar ve prosedürler, deliliği akıl hastalığına, hastalığı patolojik vakaya, suçu suça eğilimliliğe dönüştürerek yepyeni deneyimler kurmuş ve Batı insanını bu deneyimlerin öznesi haline getirmiştir.
Büyük kapatılmanın gerçekleştiği asıl mekân insan ruhudur...''
Foucault - BÜYÜK KAPATILMA
Deneme.
YanıtlaSil