papatyalar der ki


Susuzluğumuzdan ileri gelir ruhumuz. Gün ışığının sütun huzmelerinde hapsolmuş, kaçışımız ölümün elinden. Masum gülüşlerin ardında kalan bir kalp. Düşsek, kanatlarımızın açılacağına inanıyoruz saf düşüncelerimizle. Derinliklerinde gözlerin, adına basitçe aşk denilen olguyu ararken, kayboluveriyoruz sayfaların ücra köşelerinde, hâkimiyeti kalemin eline veriyoruz.
Mutlu olmanın ne demek olduğunu anlayabilmek için tükettiğimiz her dakikada mutlu olabildiğimizin farkına varmadan doyumsuzluğumuza yenik düşerek kaçıyoruz benliğimizden.
Otursak pencerenin kenarına, açsak sonuna kadar perdeyi ve baksak yukarılara, aslında kavrayacağız mutlu olduğumuzu. Yitirilen her yelkovana inat, masanın başında kendimizi en büyük varlığımızı koyar gibi iteceğiz ellerimizle. Kaybetsek bile süre gelen eli, kazananın elinde yeniden doğup, yeniden süt emeceğiz annemizin göğüslerinden.
Sadece uzanacağız çimlerin üzerine, gözlerimize güneş girecek ve elimize geçen ilk papatyayı koparıp başlayacağız saymaya, seviyor sevmiyor, seviyor, sevmiyor…
Sevdiğini bile bile neden risk aldığımızı da anlamıyorum. İhtimali yarıya düşürmek de niye? Baştan yazalım o zaman üzerini çizdiklerimizi.
Sadece uzanacağız çimlerin üzerine, gözlerime güneş girecek ve elimize geçen ilk papatyayı koparıp başlayacağız saymaya, seviyor, seviyor, seviyor, seviyor…

paylaş:

1 yorum: