iki nefes arası bir yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iki nefes arası bir yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

papatyalar der ki


Susuzluğumuzdan ileri gelir ruhumuz. Gün ışığının sütun huzmelerinde hapsolmuş, kaçışımız ölümün elinden. Masum gülüşlerin ardında kalan bir kalp. Düşsek, kanatlarımızın açılacağına inanıyoruz saf düşüncelerimizle. Derinliklerinde gözlerin, adına basitçe aşk denilen olguyu ararken, kayboluveriyoruz sayfaların ücra köşelerinde, hâkimiyeti kalemin eline veriyoruz.
Mutlu olmanın ne demek olduğunu anlayabilmek için tükettiğimiz her dakikada mutlu olabildiğimizin farkına varmadan doyumsuzluğumuza yenik düşerek kaçıyoruz benliğimizden.
Otursak pencerenin kenarına, açsak sonuna kadar perdeyi ve baksak yukarılara, aslında kavrayacağız mutlu olduğumuzu. Yitirilen her yelkovana inat, masanın başında kendimizi en büyük varlığımızı koyar gibi iteceğiz ellerimizle. Kaybetsek bile süre gelen eli, kazananın elinde yeniden doğup, yeniden süt emeceğiz annemizin göğüslerinden.
Sadece uzanacağız çimlerin üzerine, gözlerimize güneş girecek ve elimize geçen ilk papatyayı koparıp başlayacağız saymaya, seviyor sevmiyor, seviyor, sevmiyor…
Sevdiğini bile bile neden risk aldığımızı da anlamıyorum. İhtimali yarıya düşürmek de niye? Baştan yazalım o zaman üzerini çizdiklerimizi.
Sadece uzanacağız çimlerin üzerine, gözlerime güneş girecek ve elimize geçen ilk papatyayı koparıp başlayacağız saymaya, seviyor, seviyor, seviyor, seviyor…

paylaş:

dokunmak

Parmak uçlarım dudaklarım olduğunda, yağmurlarını yağdır üzerime, çıplak bedenimi karanlıklardan temizle. Ezim gezinirken teninde, azıcık olsun günahlarına dokunursa, çekinmeden vur elime, ama dur, elimi kendin götür yasaklarına. Yavaş olur tabii, bunların hepsi kısa kısa dakikalara sığar, biz kendi terimizde boğuluruz.
Elim yavaşça kayar bedeninin pürüzsüzlüğünde ve bir de göğüslerinde duraklamalar. Körpeliğin şaha kalkar ve öperim, dudaklarım ateşlere dokunur. Sen, kıvrılırken arzularından, parmak uçların, sırtın ve başındır sadece çarşaflara değen ve ben seni izlerim.
Soluklarımız birbirini beslerken fırtınalar çıkarırız şehvetten ve şehir yerle bir.
Sen öldür beni, cehenneme sen sok, sen at odunları ben yanarken.
Sen tırnaklarını geçir sırtıma, kanımı sen iç.
Neşterlerini sen batır, kes.
Sadece parmak uçları gezinir bedeninde ve bazen çekerim elimi, hissedersin. Çıplaklığımızdan başka bir şeye sahip değiliz ve ben sana sahibim, sen bana sahipsin. Biz birbirimiziniz.
Saçların değer bedenime, ben sana değerim.
Acılar, alın bizi, sahip olun bize ve çektirin dertlerinizi.
Acıtan sadece sen ol, ben acı çekeyim.
Dakikalar sadece bizim için dönsün, sığdıramayalım kendimizi, beraber taşalım, dudaklarımız birbirine kavuşsun, ben, seni içerken sarhoş olayım. Sahiplen beni, köpeğin gibi davran.
Ve sen, zehirlerini akıt içime, ben can çekişeyim, sen seyret.
Ölüme bir dakika kalsın, biz o bir dakikada, yeniden sevişelim.

paylaş:

ağlamak


Anılarımızın ücra köşelerinden kendimize en sivrilerini seçtiğimiz o unutulmaz dakikaları hatırladığımızda, göz pınarlarımız coşar da umutsuzluğumuzun elinde mahkûm duruma düşeriz, yalnızlığımıza dem vurup dizlerimizi karnımıza çekip, geçmiş günlerin bitmişliğini unutup, yaşadıklarımızı şeritler halinde gözlerimizle yalar, beynimiz bu anlardan boğulurken biz kendi gözyaşlarımızla ıslanırız ya hani, gözbebeklerimiz daha iyi görebilmek için büyümüşken.


Unutulması gerekir hey kardeş, yaşanmışlıkları parmak ucumuzla silmemiz gerekir. Oysa ne kadar da mutlu olabilirdik.

Buram buram bergamot kokan bir fincan çayımızı alıp elimize, upuzun soluklanabilirdik tutunduğumuz korkuluklarda, derinliklerine kapılır her bir saniyenin ve kollarımızı açıp avazımız çıktığı kadar bağırabilirdik özgürlüğümüzün farkına vararak.

Her bir köşesi helikopter böcekleriyle dolu sazlıklarla dolu kulübemizin içinde karanlıklara bir perde açıp, güneşin galip geldiği arenalar kurardık, düşünmesek mağlupluklarımızı ve de parmağımızı bal kavanozuna sokup şapırdatarak yerdik bir güzel.

Gözümüzü tırmaladığında güneş, tutacakmış gibi uzatırdık beş parmağımızı açıp güneşe, parmaklıklardan uzanan baba eli gibi dokunurdu, okşardı belki de bizi güneş, biz tüm çıplaklığımızla seriliverirdik karşısında ve o bizi okşardı.

Karnımıza çektiğimiz dizlerimizin üzerine dayayıp yüzümüzü ağladıkça ıslanır bedenimiz, hıçkırıklardan arda kalan zamanlarda nefes almayı becerir ve her gülüşün nasıl da bir gün bittiğinin farkına varırız. Bilerek elimizin tersiyle ittiğimiz varlıklar göz açıp kapayıncaya kadar gelirken aklımıza, korlar düşer tane tane yüreklerimize ve biz durup, yeniden başlarız hıçkırmaya. Bir el arar sırtımız, ittiğimiz varlıkların elinin dokunmasını bekleriz yüreğimize, saçımızı okşamasını isteriz. Her saniye bir omuz ararız başımızı koymak için, sadece konuşmak için ya da sadece birlikte çay içmek için bir dost, bir sevgili ararız.

Oysa ne kadar da mutlu olabilirdik. Yalnız kaldığımızda kendi varlığımızın gerçekten dünya üzerinde bir yer ettiğini anlar, yüzümüzü göğe dikip bulutlara anlamlar yüklerdik. Sigaranın tek dost olduğu zaman dilimlerinde en güzel mumu biz dikerdik bu dilimlere ve biz üflerdik dilekler dilemeden. Olmasını istediğimiz her şeye sahip olduğumuzu hatırlar, ağzımıza attığımız kekin yumuşaklığında homurtular çıkarır, mutluluğumuzun farkına varırdık.

Umutsuzluklarımızın üzerine bir de biz basıp, şaraplar yudumlardık gecenin dolunaylarında, belki de kulaklarımıza uzaklardan kurt sesleri gelir, romanlar yazardık kendi kafamızdan, gülüp geçerdik halimize kurtların bizi kaçırdığı sayfalarda, belki bir gün biz de kurt adam olur vampir avlardık kim bilir? Yapabilirdik bunların hepsini, çayımızı yudumlayıp sesimizi yumuşatır ve gırtlağımızdan acı duyana kadar bağırırdık da. Tüm sayfalarda, romanımızın başkarakteri olur, önemli bir yere sahip olur, kendimizi özel hissederdik.

Göz pınarlarımız kuruduğunda, kalbimiz de normal seyrine döndüğünde gülebilseydik keşke yaptığımız yanlışlara, ders alabilseydik bu hatalardan, böyle olmazdı.

Belki mutlu bile olabilir, çıkarıp da çoraplarımızı toprağın içine gömüp ayaklarımızı bir güzel de koşardık, dünyanın varlığını bedenimize hissettirerek, biz, biz olduğumuzun farkına varıp, ağlamanın ne olduğunu unutur, istemezdik belki de ne ifade ettiğini bilmek.

Hey o dakikalara yağmurlar yağdıran gözlerim, sularken yanaklarımı benliğimden çaldığının farkında değil misin?

Yok, eğer unutabilseydik ağlamanın acılığını yapar mıydık hiç böyle hatalar, siler miydik dostlukları ve iter miydik elimizin tersiyle tüm mutlulukları, yapar mıydık, kendimiz olduğumuzun farkına varsak yer miydik tırnaklarımızı ve kalbimiz sevgiden başka bir şeye çarpar mıydı bu kadar hızlı?

Ah o gözler, kinini her kustuğunda, kalbimi dağladığının farkında değil misin?

Sadece düşüp de dizlerimizin acısından ağlasak, sadece bundan boşalsa yanaklarımıza ıslaklık, sadece bundan, sadece bundan yaşarsa gözlerimiz, sadece bundan kalbimiz kırılsa da yeniden yapıştırabilsek tüm parçaları, sadece bundan düşse bakışlarımız derinliklere, gözbebeklerimiz dalıverse, sadece bundan gelse korkular, sadece bundan oluşsa karanlıklar, güneşi çağırırdık aydınlıklara çıkmak için, yara bandı yapıştırırdık yüreğimize, keşke sadece bundan ağlasak.

Acıları çivilerken bedenlerimize, sadece bundan ağlasak.

Kaçamasak da düşsek karanlıklara, sadece bundan ağlasak.

Sırtımızı döndüklerimiz için tırnaklarımızı geçirip boynumuza, sadece bunun için bağırsak.
paylaş: