ucuz

Hayatın ağzımda karamel tadı bıraktığı bir günde ellerim ayrılıyor birbirinden ve akıyor düşlerim yere,toprağa karışıyor,çamur oluyor,karış karış yeryüzüne seriliyor.Çekiyor ruhumu bedenimden birlikte götürüyor kendinle.Kanımı emiyor,bir damla bile bırakmıyor.
Zamanından sapma yapmış iğde çiçeklerinin dansı bu,çürümüş dut kokularıyla;keskin,insanı sarhoş eden.
Ve ellerim açılıyor,kenetlemek istiyorum onları ama ne çare dökülüyor,savruluyor herbiri sevinçlerimin,çığlıklarımın.
Utanç kaplıyor içimi,kemiriyor ordayken kalbimi.
İki yanımda şimdi,parmak uçlarımdan damlıyor şapır şapır yağmur,şimşekler çakıyor vücudum,boynum sıkılıyor,daralıyor,nefes alamıyorum,şahdamarım çıkıyor.Ellerim terkediyor birbirini,kayıyor arasından ellerimin dünya,masmavi,yere çarpıyor,zıplıyor,tutamıyorum.Sonsuzlukta sonsuz oluyor,erişemiyorum.
Yanağıma damlıyor bir şey,yukarı bakıyorum,bulutlardan kan yağıyor,saçımı ıslatıyor,gözümün içine giriyor,kırmızı görüyorum hayatı,kan kırmızı.
Etrafımda dönüyor her şey,keman çalan dişiler.Her tele dokunuşlarında bedenimden bir yer yara olup açılıyor,kan fışkırıyor,birkaç saniye içinde bedenimde olmayan kan beni ikinci kez yalnız bırakıyor.
Ellerimden akıyor zaman,engel olamıyorum.Bir sinek gibi eziliyorum herkesin önünde,suç benim üzerime yıkılıyor.Dilimin ucunda bir kesik gibi canımı yakıyor hepsi,hayat,yaşam,hatıralar,mutluluklar...
Ellerimden kayıp gidiyor ellerin sadece kokun kalıyor bende,bir tek o kalıyor bana muhtaç,bir tek bende değer buluyor,bir tek bende nefes alıyor, bir tek bende can veriyor.
Kulağımda ayak seslerin,kaçışın,kovalanışın.
Zihnimde sırtın ve onu okşayışım.
Tutuyorum sonunda kurtulmak istiyor benden,sıkı sıkı tutuyorum.Yavaş yavaş süzülüyor parmak aralarımdan kan,çamura karışıyor.Kalbine tırnaklarımı sokuyorum.Çünkü bir tek bende can veriyor...
Ve hayatın ağzımda şarap tadı bıraktığı bir günde düşlüyorum ikimizi.
Şarap en ucuzundan,aynı sen gibi...
paylaş:

eylem olarak müzik

Yaşam denilen serüvende bazen öyle anlar gelir ki hayattan, kurulu düzenden uzaklaşmak ister insan. Kendine saklanacak, onu koruyacak bir delik, bir sığınak bulmak ister. Arkasına saklanacağı bir duvar örer elleriyle kafasını boşaltıp, sonsuzlukta var olmak için.
İşte müzik de bu duvarlardan biridir. Cinsi ne olursa olsun ölmek isteyip yeniden yaşamın kopuk halatlarına bağlanmak, milyonlarca insanın bulunduğu meydanın ortasında herkesi yok edip sadece benliğini ortaya koymak istediğinde, içindekiyle tek başına kalmak için güzel bir dayanaktır.
Uçurumdan kendini bırakan kelebeğin nasıl kayalıklara çarpmayacağı belliyse müziğin de insanı hayattan sileceği o kadar bellidir.
Müzik öyle bir şeydir ki insan, onunla adeta bütünleşir, insanın dış dünyasını kaplayarak insan içine dolup insana huzur verir.
Günümüzde insanoğlu, müziği çeşitli oluşumla katmış, onunla sevgili olmuş hatta müziği bir hayat tarzı haline getirmiştir ki müzik için bu, bir onurdur. Giyilen baştan aşağı siyah kıyafetler, garip tüylü tokalarla ayaklara takılan tozluklar, mavi renkli bol, düşük bel jeanler, kemer yerine takılan uzun zincirler, kollara takılan tasmalar ve yahut zarif suitler, yıllanmış kumaş pantolonlar, uzun sivri burunlu ayakkabılar, klasik siyah kravatlar… Çeşit farklı olsa da insanı ne şekilde etkilediği bir türden diğerine değişiklik göstermez. İster arabesk olsun, punk olsun, ister metal olsun, rock olsun, klasik olsun, halk müziği ya da pop olsun, insan birazcık bu hayattan uzaklaşıp, kendini farklı bir boyutta var etmek için müziğin kulaklarından girip beynine işlemesini ister.
Hayattaki zor durumlar, idamlar, suikastlar, devrim, aşk, ölüm, sevgi, politika, devlet gibi birbirinden farklı ama insan hayatında yer etmiş konuları işler müzik ya da sadece huzru.
Dünü bugününden kısa, bugünü gelecekten daha parlak, sevgilisini yeni aldatmış, karısını yeni gömen, üzerinde sigara söndürülen, hapse girmiş, sadece yazmak isteyen veya devrim yapmak isteyen insanların yazılarıyla bütünlük kazanan müzik, insanların basitçe söylemek istediğini dışarı vurmasıdır aslında.
Büyük bir konserin içinde saçlarını ileri geri savuran kızla, orkestrayı daha iyi görebilmek için balkondan yer ayırtmış takım elbiseli adamın ya da oturmak için çok geç kalmış, ellerinde kitaplarla ayakta durmayı beceremeyen ama kulağıyla müziği keşfe dalmış öğrencinin hissettikleri pek de farklı sayılmaz. Tümü, biran olsun rahatlamak, kafasındakileri bir kenara itip anın tadını çıkarmak ya da gözlerini kapatıp uyumak istemek gibi eylemleri gerçekleştirme isteğidir.
Farklı şekillerde de oluşturulabilir gerçek müzik: koridorda sessizliği yıkıp geçen mini etekli kadının topuklarının çıkardığı ses, sigaradan bıyıkları sararmış simit satan amcanın bağırması, ormanda koşarken kuş cıvıltılarına karışan dalın çıtırdama sesi, yayın adeta eti kesen bir jilet gibi tellere sürtünmesi, uzun siyah boyalı tırnakların elektro gitara değdiğindeki ses, gece elbiseli şişman kadının ellerini açıp haykırması, bebek odasından gelen ninni, şairin şiiri, mazlumun ağıtı, kavga edenlerin feryadı, otobüslerin gürlemesi, neşterin kemiğe değmesi, suyun yere çarpması, alarmın ötmesi, bunların hepsi müziktir kanımca. Aslında müzik, seslerin ne sırada geldiğidir kulağa.
Senfoni orkestraları her zaman konserini verirler dünyaya seslerini yazdırmış isimlerin. Bu bir kandırmacadır. Onlar da bilirler ki bir sesin tekrardan yaratılamayacağını. Ses öyle bir şeydir ki kimisi için gürültü, kimisi için müzik.
İster gürültü olarak görülsün ister şaheser olarak, müzik insan yaşamında yer etmiş ruhu oradan oraya sürükleyen bir eylemdir.
paylaş: