Biz oturup rakı masasında memleketi bile kurtarırdık, istemek başarmanın yarısıydı anlatılanlara göre. İstemedikten sonra yapacak bir şey yoktu.
Alkolle midemizi yıkayıp, çişimiz geldiğinde rakı tuvalete çıkarır mı yahu diye sorup dururduk nedenini. Çünkü tarih derslerinde hep olayların nedenlerini öğrettilerdi bize, bir de sonuçlarını. Suçu durup durup öğretmenlere atmaktan da çekinmezdik.
Bazen yazık ederdik birbirimize, öyle laf sokmalarımız vardı ki, düşününce küçüldüğümüzün farkına varırdık, ergen değildik sonuçta. Özür de dilemezdik, içimizden gelmezdi.
Yağmur yağdığında giyip botlarımızı beş kat aşağıya inerdik koşarak, dinmeye yüz tutunca yağmur, küfrü utanmadan basardık sahibine, yağsa da temizlensek güzel olmaz mıydı? Olurdu kanımca.
Sonradan pişman olacaksak anı yaşamayalım, sonuçta biz hep mutlu olmak için tüketiyoruz vaktimizi. Eğer üzüleceksek sonunda, ansal mutlulukları yaşamayıverelim. Mantıklı mı, hem de nasıl.
Zamanında gurbetlere de kaçmak isterdik, lacivert olur rengi, ya da petrol yeşili. Hislerimizin sesi denizden gelir, ağlarız hatırlayınca, ablamız vardır, ağabeyimiz vardır, yanına kimseyi koyamayız. Konduramayız çünkü.
Yetişme tarzımıza suç atarız, aslında ebeveynlerimiz bizi iyi yetiştirmemiştir, suç atmaktan kolay kaçış yolu yoktur çıkmazlarımızda, sokaklarımızda, caddelerimizde. Sığınmak çöp kutularına ve şarap içenleri dinlemek sonuna kadar, gazete parçasına hayatımızı saklamak…
Gerçekler acı mıdır gerçekten? Acı yapan nedir gerçekleri? Kişiliklerimiz bize ait evet, çünkü biz mutlu değilsek, mutlu edemeyiz başkalarını ya da sigara içeriz örneğin, annemiz üzüleceği için sigara içerken mutluluk duymayız hiçbir zaman. İçmeden de edemeyiz. İşte bu kadar da basit varlıklarız.
Perdeyi sonuna kadar açıp çakan şimşekleri izleriz bazen karanlık odanın ortasında, oturmaya bir sandalye bile yoktur, keyif yatağın ucunda. Yaşımız yirmilere gelmemiştir daha, annemiz çok hasta, elimizde bal dökülüp ıslak mendille silinmiş bir saman kâğıda baskı kitap, her sayfa çevirişimizde kokusunu duyarız. Mum eğilir bir sağa, bir de sola.
Yazarken hatırladığımız anlar için yakmamak için zor tutarız elimizi, sigaradır dudaklarımızın çatlaklarını dolduran, annemiz artık olmadığına göre, pardon, çakmağı uzatır mısın?
pazar pazar niye böyle yaptınız.
YanıtlaSilEtkilediniz kısaca.:)
akşam oturup içip, dertleşirken, bir de türkiyeden uzaklarda olduğum aklıma dank edince, özleyince ve geçmişi hatırlayınca, oluverdi. ben de üzülüyorum, acı çekebiliyorum, bu insan olduğumu hatırlatıyor bana, dolu tarafından bakmak bardağa bazen değil çoğu zaman acıtıyor insanın canını.
YanıtlaSilhadii. bu cidden iyi olmuş. okuduktan sonra ne demek gerektiğini anlatan bir görgü kuralı yok henüz buralarda. hoş, olsa ne yazar:)
YanıtlaSilben bunu bir soru olarak algılamadım ya hadi neyse. :)
YanıtlaSileğer anlaşılmak istenmiyorsa eğer yazan kişi, açıklama da yapma gereği duymuyor çoğu zaman. kural yok, görgü yok, utanma hiç kalmamış. rakı bardağında balık misali sarhoş, bazen de rakı olmadan balık olası gelmiyor değil insanın. pulları soyuk da olabiliyor, kuyruğu kopuk da. ama kendi kuyruğuna kendi basıyorsa, ne gerek var yazılanları anlatmaya.