Kulak zarımızı kemiren kumrulara inat, gri düşler peşinde koşarken düştüğümüzden diz kanamalarımız, hayat, beklenmedik anda, tahmin edilmeyen yerde, durup kalkmamıza müsaade etmiyor, onun farkındayız.
Kıskançlıklarımızdan kederlerimize kadar bir ton yığın var rüzgârda serpişen, nehir yataklarında sevişen balıklar ve yunuslar, okyanus trafiğinde bekleyen. Kırmızı yanana kadar akıp gidiyor masal.
Olduğumuzdan büyük gösteren aynalara bakar olduk, bilmeden, beyinlerimizi yiyoruz, kıvrımlarında dar sokakların yağmur yağana kadar koşuyoruz, annelerimiz var, paçalarımız var bir de, dizlerimize kadar çamur da var.
Kaçıp kurtulmak tek çabamız, hep beraber yaşıyoruz, dileklerimiz bunun yönünde, biri hapşırınca, yaşamın kısalığı aklımıza geliyor.
Doğru bildiklerimizden bıkıp, sadece keyif olsun diye tüttürüyoruz tütünleri, halkalar çıkıyor dünyaya inat, ortasından oklar geçiriyoruz, masa koyuyoruz önümüze, soğanı yumruğumuzla kırıyoruz, burnumuzun direği kırılıyor.
Yaşlandıkça dank ediyor aklımıza yapamadıklarımız, kelebek ömrü gibi yitip gidiyor her an dakikalar, kaçırdıklarımız film sahnesi, siyah-beyaz, belki de renkli.
Parklara, hayvanat bahçelerine gidiyoruz, orangutanlar, maymunlar, zürafalar görüyoruz, yıkayıp elimizi yüzümüzü sokaklara atınca kendimizi yaz sıcağında, ayılar, goriller, köpekler görüyoruz. Gülüp geçiyoruz belki.
Pencereden bakmak için perdeyi açmamız gerektiği aklımıza gelmiyor bazen, susup kendi hıçkırıklarımızdan sıkılına kadar gözyaşı döküyoruz hiç uğruna, susunca hiçbir şey olmamış gibi davranmayı öğrendiğimiz için kendimize şükrediyoruz.
Tanrısal varlıklardan korkar oluyoruz, karanlıkta gölgemiz bile yalnız bırakıyor bizi, korkumuzdan benliğimizi kaybediyor, dualar okuyoruz, ışığa adım atmayı düşünemiyoruz.
Düşüyoruz, hızlanarak aşağılara doğru, yukarılara doğru, sağa ya da sola düşüyoruz. Yerçekimine inat her yöne düşebiliyoruz. Yerçekimsiz zamanlarda yaşamanın verdiği rahatlıkla, oradan oraya savruluyoruz.
Kırılgan masallarda başkahraman olmak için kendimizle yarışıyoruz, çocuk saflığında, uyumadan önce süt bile içiyoruz, geçmişe dönmek için geriyi gösteriyoruz hep, mantar toplamaya çıkıyoruz her yağmur sonrası.
Diş perilerini anar olduğumuz zamanlarda kaderin beyaz sayfalarına yazılanların yaşam mı yaşım mı olduğunu bir an düşünüveriyor insan, kımıldayamayacak gibi olunduğunda sıtmalarla devriliveriyor bedenimiz, altımızda pamuktan bulutlar, mavilik ve sonsuzluk.
Düşmek değil bu, yeryüzüne kanat çırpmak, yükselmek adeta.
daha önce hiç gidilmeyen yerler var.
YanıtlaSilaynı şarkının aynı şekilde ebene koyamadğını anladığın anlar var.
sabah 4te içilen kahveler var.
biraz uykulu, biraz uykusuz. biraz boş mide, biraz mide bulantısı.
evet hep beraber yaşıyoruz.
biraz zorunluluk, biraz sorumluluk, bir parça burukluk.
bilgisayarıma biçtiğim ömür çoktan dolduğu için açılmasını beklerken bir kase çekirdek bitiriyorum. bu yüzden açmaya üşeniyorum. bir de kendi sayfamdan yorum yapamıyorum şu an niyeyse.
YanıtlaSildaha önce hiç gidilmeyen yerlerin kulakları, burunları, saçları ve çöpleri var. dinledikçe farklı gelen şarkılar var, şarkı aynı an farklı,burada en bol şey kahve zaten...
YanıtlaSil