güçsüzüz

Bakışlarımız esrik, ruhlarımız mayhoş. Dilimizde muşmulamsı bir tat bırakan soğuk mu soğuk bir katı.
Parmak ucumuzla siliyoruz karşımızdaki sevgilimizi. Hiç düşünmeden yokluğunu, basit hayatımızda elimizin tersiyle itiyoruz gözlerimizin içtiğini. Varlığında mutlu muyuz ki yokluğunda üzülelim düşüncesiyle arkamızı dönüveriyoruz kolayca. Gözyaşlarımız göl, gözbebeklerimiz büyüyor karanlıkta. Uzaklarda arıyoruz aşkı, aşkı uzaklarda sonsuzda arıyoruz ki gözbebeklerimiz büyüyor. Ya da karanlığın içinde.
Bakışlarımız esrik, ruhlarımız mayhoş.
Anbean, günbegün gözbebeklerimiz, parmak ucumuzla siliverdiğimizi arıyor da nerde buluruz? Kendimiz uçurumun yanında, aranan uçurumun dibinde. Peki neden atlamıyoruz o’na doğru? Kelebek değiliz ki düşeriz, biliyoruz.
Esrik bakışların son durağına koyuyoruz, şehrin sokaklarının bittiği yere o’nu. O kim?
Hani silivermiştik o’nu, hani varlığında mutlu değildik, yokluğunda üzgün değil? Yalan mıymış, dünler gibi? Yarınlar bizim için sonda mıymış?
Anlıyoruz mayhoşluğumuzda, içtikçe dibini görüyoruz bardağın, tek arkadaşımız iki parmağımızın arasında tutup bitmesine izin verdiğimiz sigara oluyor. Bitirsek üzülürüz, bırakıp gitsek pişman. Nerdeyiz biz? Boşluğun hangi şehrinde?
İttik, sildik o’nu.
Peki neden tutamıyoruz göz pınarlarımızı, neden hâkim olamıyoruz ellerimizin titremesine? Zor mu?
Atlıyoruz.
Kelebek değiliz.
Çok yazık bize!
Kendi boşluğumuzda, kendi gözyaşlarımızla boğuluyoruz.
İlerisi çıkmaz sokaklar, denize çıkmayan…
paylaş:

Dünyada Bir Yerdeyim

sorular dönüyor aklımda, cevapsız anlamsız binlerce soru var belleğimi kavrayan, cevap bekleyen, anlam arayan... ölüme davetiye çıkarmış tüm sözlerim... ölüm ne ki, varolamamak mı artık? gülüyorum kendi iç sesime...
Varolabilmek haaa.. Söylesene nedir varolmak? şu dünyaya sonsuz acını verip yok olmaktan başka... Sahte dünyanın bir parçası olmaktan başka... Yani şu mutsuz ve sıradışı devinimin, kendi yarattığımız garip olgunun, düşşel bir yolculuğun anlamsız parçası olmaktan başka...
Biz adını koyuyoruz varlığın, biz yaşatıyoruz tüm düşleri. Adına "dünya" diyoruz, adına "varlık" diyoruz, adına "ölüm" diyoruz, adına "doğum" diyoruz. Her şeyi kendimizce şekillendiriyoruz. Bir vakitten sonra ise inanıyoruz gidişlere, kendi yalanımıza ortak oluyoruz. Oysa ki giden kafamızda bitirdiğimiz an gerçekten gitmiş oluyor...
Sesin geliyor kulaklarıma, hayalin geliyor gözlerime... Seninleyken sensiz olabilmek ne mümkün, seninleyken sensizliğin yalnızlığına dem vurmak... Buralardasın, kendi yarattığım kurgunun en güzel yerindesin... Düşlerin değiyor düşlerime...
paylaş:

Güneşi Tutmak

Aydınlığı aramak, koşar adım yürüdüğün yolların maviye çıktığı yerlerde ulaşmaya çalışmaktır on'a. saklandığın karanlıktan çıktığında yanıbaşında durur o. Yürüdüğün yolların ardından bıraktığın izlerde, seni sen yapan tüm değerlerde...
"Geldim" der; "yakını uzak eden yolları aştım da geldim..." Sığınırsın sıcaklığına bir anne şefkatinde, özgürlüğe süzülen kuşların kanadında o'nu izlersin. Hafif hafif mırıldandığın şarkıyı o'na armağan edersin. Bir güvercin ürkeklikliği sarmışken bedenini; "hep senin için" dersin, "bu koşturmalarım, bu isyanım senin için, sana ulaşmak adına..." O der ki "yorgunum, yoruldum..." O vakit gitmek düşer aklına, o'nu arayanların yanına götürmek istersin o'nu... Ve yelkovan kuşlarının peşi sıra düşersin yollara. Zamanı o'na katarsın o'nu zamana...
Anlarsın, o'nu aramak o'na ulaşmaya çalışmak değilmiş, sadece dikkatlice bakabilmekmiş gözlerine...
paylaş:

gece mor sever

En çarpıcı rengi sever gece hep. Kendine en iyi yakışanı… kendisini en iyi ifade eden, anlam yüklü en çok beğenilen rengi: moru.
Menekşenin zarifliği gibidir mor, sümbül gibi hoş kokar. Kırmızıyla mavinin muhteşem uyumu, kadınla erkeğin birleşimi gibi.
Gökyüzünün maviliğinin içine güneş katarken rengini batarken ufukta. Boyar, ikisini birlikte karıştırır eliyle, okşar onları. Sonsuzlukta kırmızının yakıcılığıyla mavinin rahatlığını buluşturur. Yavaş yavaş yok eder ifadelerini, onlara yeni anlamlar yükler. Artık onların ortak adı mor olmuştur.
Yanan mumun alt kısmıyla, derin suyun dibi gibidir aslında mor. Suyun içine bir tutam alev katmış gibi… ve duyulan ses gibi “cıss” sesi gibi.
Ya da şehrin ta kendisidir mavi, kırmızı da o şehrin kalbi. Renk cümbüşünün asilleridir onlar ve birleşirler geceleri, yaratırlar yeniyi.
İki bedenin tek vücut olduğu anda var olur geceleri mor. Kavurur her yeri. Biraz da serinletir, izleri yok eder, unutturur geçmişi. Acıyı zevke dönüştürür. Güzelle çirkinin ayrımına karışmaz, onları bir yapar. Umuda kapı açar, ışığı dışarı atar, karanlıkta görmeyi sağlar. Adımları yavaştır morun, sakindir. Açık kapı gördü mü girer hemen, kokusuzdur ama hissedilir.
Kadınla erkeğin birleştiği anda doruğa ulaşır mor, yerini bulur.
Onun defterinde aşk yoktur, o sahip olmayı işler eliyle, sahip olmayı…
Geçmez hemen etkisi, soluk soluğa koşulur onunla, hızlanılır, yavaşlanır, zorlar bedeni ulaşır sonunda, ulaşmak istediği yere en sonunda ulaşır.
Kaşık kaşık içirir şaraplar, ağızdan yavaş yavaş taşar sıvı ve boyundan süzülür, açık göğüsleri okşar, meme uçlarından iner aşağı. Kadınla erkeği sever mor, geceyi sever. Gece de onu sever. Her bir gecede yeni yeni vücutlarda dolaşır, onları yorar, yorduğu kadar da hazla doldurur.
İki bedeni kırmızı-mavi boyanın içine sokup çıkarır, boyar ilk önce, öldürür. Sonra dudaklardan üfler nefesini yeniden doğurur hayata, yeniden kalp atışlarını hissettirir.
Mor, geceleyin denize kan damlatmak gibidir. İçinde sahip olunduğu bedenden akan kan tuzlu suyla birleşir, sevişir ve onu oluşturur.
Orman havası gibi girdi mi bedene çıkmaz, yer bulur.
Mor, sevişen herkese sahip olur.
Herkes, sevişirken mora sahip olur.
Mor, hem sahip olur hem de sahip olunur.
paylaş: