Ethem
Baran, iki sayı önce Kitap Zamanı'na yazdığı yazıda James Joyce'tan Hasan Ali
Toptaş'a, Orhan Pamuk'tan Cemil Kavukçu'ya kadar birçok yazarın ilk kitaplarını
yayımlatmak için çektikleri sıkıntılara değinmişti. Dosyamızın fitilini
ateşleyen, Ethem Baran'ın o cümleleri oldu. Dünya edebiyatında, bugün birer
başyapıt sayılan çok sayıda eser yayınevleri tarafından reddedilmişti. Bu
reddedilme hikâyelerinden bazılarını tadımlık olarak derledik.
2007
yılında David Lassman adında bir İngiliz, yazdığı kitapların yayınevlerinden
sürekli geri çevrilmesinin kabahatini kendi yazdıklarında değil yayınevlerinin
sallapatiliğinde arar ve tuhaf bir oyunla bunu ispatlamaya girişir. Sadece
İngiliz edebiyatının değil, dünya edebiyatının temel taşlarından sayılan Jane
Austen'ın üç büyük romanını ufak tefek değişikliklerle kopyalayan Lassman,
kitapların altlarına kendi imzasını atar ve değerlendirilmeleri için onları 18
büyük yayınevine gönderir. Yazarı intihalle suçlayan bir tanesi hariç, diğer 17
yayınevi romanları yayımlamayı reddeder.
J. K. Rowling'in temsilcisi, adı "İlk
İzlenimler" olarak değiştirilmiş Aşk ve Gurur'un, "Herhangi bir
yayınevine sunulabilecek yeterlilikte bir eser olmadığı" kanaatine
varmıştır. Aşk ve Gurur'un yayın haklarını elinde tutan Penguin yayıneviyse
Lassman'ın gönderdiği ilk bölümlerin "okunması ilginç ve orijinal"
olduğunu kabul etmekle birlikte, romanın geri kalan kısımlarını okumak için pek
heves göstermez. Bloomsbury, Random House, Harper Collins gibi yayınevleri ise
gerekçe dahi belirtmeden eseri geri çevirmekle yetinirler.
Don Kişot bugün
basılır mıydı?
Amerikalı
bir editörün, Don Kişot üzerine yazdığı bir incelemede romanı "editörlerin
problemli bulacağı cinsten" ve "bugün yayımlanması şüpheli"
olarak nitelendirmesinin ardından bir gazete, Türkiye'deki büyük yayınevlerine
"Bugün size gelse Don Kişot'u basar mıydınız?" sorusunu yöneltmiş ve
bazılarından dürüst bir "Hayır" yanıtı almayı başarmıştı.
Umberto Eco 1992 yılında kaleme aldığı
Yanlış Okumalar'da, en büyük metinlerin bile nasıl reddedilebileceğini kurgusal
bir editörün ağzından yazar. Editör, Proust'un Kayıp Zamanın İzinde romanının
ancak sıkı bir düzeltmeden sonra karton kapaklı ciltlere bölünerek
basılabileceğini söyledikten sonra kestirip atar: "Eğer yazar buna razı
olmazsa, o zaman unutun gitsin. Bu haliyle kitap çok, çok -ne demeli?- çok
tıknefes". Kant'ın Pratik Aklın Eleştirisi uğraşmaya değer bile bulunmaz:
"Susan'dan şuna bir bakmasını rica ettim, Barthes'tan sonra bu Kant'ı
çevirmenin hiçbir anlamı olmadığını söyledi bana." Editörümüz İncil'in de
ilk birkaç yüz sayfasını soluk soluğa okur ama sonrasında "haddinden fazla
şiirsel uzantıları, açıkça tiksindirici ve sıkıcı pasajları, anlamsız feryat ve
figanı olan bir antoloji olduğunu fark edip" basmaktan vazgeçer.
Adam
Öykü dergisi 2003 Ocak sayısında Amerikalı bir editörün "Satılmayan
Öyküler İçin Kontrol Listesi" adlı makalesini yayımlamıştı. İşte bir
zamanlar böyle faydalı makaleler yazılmadığı için yığınla yazar eserlerini
kontrol edememiş ve kaçınılmaz olarak yayınevi kapılarından geri dönmüştü.
Herkes reddedilir,
hem de kaç kere…
Kimi
büyük yazarların eserlerini bastırabilmek için giriştikleri yorucu ve sinir
bozucu çaba, "hayatta başarı" kitaplarının temel düsturunu doğrular
niteliktedir: Reddedilmekten korkmayın, inatçı olun, amacınızın peşinden
yılmadan koşun. Bakınız George Bernard Shaw, ünlü olmadan önce yazdığı beş
romanla tam tamına 60 yayınevinden ret cevabı almasına rağmen pes etmez.
William Golding'in bugün bir klasik kabul edilen romanı Sineklerin Tanrısı,
20'den fazla yayınevinin burun bükmesine maruz kalır. John Fowles,
Koleksiyoncu'yla türlü yayınevleri tarafından itilip kakılır. Bahsettiklerimiz,
inatla gelen, ibret verici birer başarı öyküsüdür. John Kennedy Toole gibi
hassas bir ruh ise başyapıtı olarak gördüğü Alıklar Birliği'nin ardı ardına
geri çevrilmesine tahammül edemez ve 32 yaşında hayatına son verir. Romanı,
ölümünden 12 yıl sonra Pulitzer Ödülü'yle taçlandırılacaktır.
T. S. Eliot,
Orwell'ı nasıl reddetti?
Başlangıçta
hor görülüp sonradan klasik mertebesine yükselen eserler, sahiplerine birer
taç; onları reddetme gafletine düşmüş editörlere ise birer maskara külahı
giydiriverir. 1944 yılında George Orwell, ünlü eseri Hayvan Çiftliği'yle,
Faber&Faber'ın başında olan T. S. Eliot'ın kapısını çalar. Yanıt, Eliot'ın
karısının kaleminden gelecektir: "Benim bu yapıtla ilgili genel
tatminsizliğimin temeli, en yalın haliyle, yapıtın olumsuz havası. Yazarın
istediklerine, karşı çıktığı şeylerin bazılarına sempati duyuyorum ama kitaba
hâkim olan ve genelinde Troçkist diyebileceğim bakış ikna edici değil."
Alfred Humboldt adlı bir yayınevi sahibi,
kendisine Proust'un Kayıp Zamanın İzinde adlı dosyasını gönderen arkadaşına
dehşetle, "Sevgili dostum, muhtemelen kafam durdu, ama Tanrı aşkına, bir
insanın uykuya dalmadan önce yatakta oradan oraya dönmesini anlatmak için otuz
sayfaya ihtiyaç duymasını bir türlü anlayamıyorum" diye yazar. Bu sıkıntı
Humboldt'a has kalmaz. Kendisi de büyük bir yazar olan André Gide, Gallimard
Yayınevi'nin başındayken önüne gelen Kayıp Zamanın İzinde'yi paketini bile
açmadan geri gönderir ve Proust kitabını nihayet kendi imkanlarıyla bastırıp da
beklenmedik bir başarı kazanınca utançtan kendini paralar. Joseph Conrad ve D.
H. Lawrence'ı edebiyat tarihine kazandırmış olmakla onurlanan Edward Garnett
ise James Joyce'un Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'ni yayımlamayı
reddederek falso yapar.
14 yaşındaki Victor
Hugo…
Bu
olgunluk dönemi sayılabilecek romanların geri çevrilmesini gördükten sonra
Victor Hugo'nunkine üzülmek elden gelmez. Hugo daha 14 yaşındayken Paris'te bir
editörün karşısına dikilir ve şiirlerini bastırmak istediğini söyleyip net bir
"hayır" yanıtı alır. Hugo kendine değil editöre acımıştır: "Hata
ettiniz. Bu ilk şiirlerimi basacak olsaydınız, sonraki bütün eserlerimin yayın
hakkını size verecektim."
Balzac'ın ilk romanı ise değil basılmak,
yayınevi kapısına gidecek kadar bile talihli değildir. Kitabın reddedilme
şerefi bizzat Balzac ailesine nasip olur. Tarihi tragedya tadındaki bu ilk
eser, yazılma sürecini finanse eden aileye sunulur ve ana-baba sevgisi bile
romana duyulan tiksintinin önüne geçemez. Balzac bile eleştirilere hak verir ve
romanı bir daha hiç çıkmamak üzere bir çekmeceye kilitleyip yıllar sürecek
fabrikasyon romanlarına başlar. Sönmüş Hayaller adlı romanında kendisi gibi
edebiyat dünyasını sarsmak üzere yola çıkan hırslı bir genç yazarın eserini
bastırabilmek için girdiği dolambaçlı yolları ve bu yolların çıktığı ahlaki
çürümeyi ayrıntılarıyla işleyecektir.
Nabokov ve Dreiser ise eserlerindeki ahlak
zafiyeti yüzünden reddedilirler. Swinburne'ün müstehcen şiirlerine bulduğu
yayıncı önce tongaya düşüp eseri basar sonra da alelacele toplatır. Bulgakov'un
Usta ile Margarita'sı ve Imre Kertesz'nin Kadersizlik'i devlet tarafından bloke
edilir. Henry David Thoreau, yirmi cilt tutan eserlerinin sadece iki cildini
dünya gözüyle basılmış görecek; yayınevi toplam 219 adet satabildiği kitabın
elde patlayan 706'sının parasını yazardan talep edecektir.
Yayımlarız ama bir
şartla…
Küçük
Kadınlar'da Jo, ilk romanını büyük hayallerle yayınevine gönderir. Editör
kitabı basmayı kabul eder ancak bir şartı vardır; işaretlediği yerler
çıkartılacaktır. Jo kendini "bebeğin beşiğe sığabilmesi için bacaklarının
kesilmesinin gerektiği söylenen bir anne gibi" hisseder. Kerime Nadir'in
Ruh Gurbetinde'sinde Neslihan da aynı istekle yüz yüze gelir. Üstüne üstlük
ondan bir de romanının adını değiştirmesi talep edilir.
Malcolm Lowry'nin başına gelenler
düşünülürse bu iki hayali yazar çok şanslıdır. Lowry, on yıldan fazla zamanını
Yanardağın Altında adlı romanını yayınevlerinin istediği şekle sokmaya
çalışarak geçirir ve sonunda isyan bayrağını çeker.
Yazara eserini değiştirmesi yönünde
tavsiyede bulunan ya da emir veren editörler bazen de minnetle anılırlar.
Patricia Highsmith, Trendeki Yabancılar romanını değiştirmesini tavsiye eden
editörüne boyun eğer ve ortaya çıkan sonuçtan kendisi de memnun olur. Çehov ise
küçük hikayelerini yayımladığı derginin editörünün diretmesiyle daha da kısa
yazmak zorunda kalır. Bu zorunlu minimalizm, sonraları üslubunun başat özelliği
olacaktır.
Thomas Hardy, İngiliz yüksek sosyetesinin
snopluğunu saldırgan bir şekilde işlediği ilk romanıyla kapısını çaldığında
eleştirmen George Meredith, bu roman piyasaya çıkarsa bir daha hiçbir kitabının
yayımlanmayacağı uyarısında bulunur genç yazara. Hardy, sonradan kaybolup
maalesef hiç gün yüzüne çıkmayan romanını geri çekmeyi uygun bulur. Meredith bu
öğüdüyle dünya edebiyatına bir yazar kazandırırken bir roman kaybettirir.
Rüzgar Gibi Geçti
satar mı?
Günümüzde
klasik kabul edilen çoğu romanın kendi çağlarında epey avangart çalışmalar
olduğu düşünülürse, kitleler tarafından okunmayacakları kaygısıyla
reddedilmeleri doğal karşılanabilir. Asıl ilginç olan, vasat ve kitlesel bir
okuma zevkine hitap eden çok-satar kitapların da yayınevi kapısından
dönmeleridir. Yayımlandığı zamandan beri çok-satar kimliğini hiç kaybetmemiş
Rüzgar Gibi Geçti'nin, "Kimse İç Savaşı anlatan bir romanı okumaz"
gerekçesiyle reddedilmesi editörün basiretsizliğinden başka bir şey değildir.
Ya da Richard Bach'ın kolay yoldan hayatın anlamı romanı Martı'nın 18, Adam
Fawler'ın Olasılıksız'ının 50, Tavuk Suyuna Çorba kitabının tam tamına 140
yayınevi tarafından "satılması çok zor" diye çevrilmesi akıl havsala
alacak şeyler değildir. Bunlara Paul Auster'ın 17 yerden geri dönmesini
ekleyelim ve Yüzüklerin Efendisi'nin "Satmaz", Harry Potter'ın
"Fazla kalın ve pahalı" bulunmasını da unutmayalım. Gülten
Dayıoğlu'nun, Türkiye'nin ilk çocuk best-seller'ı olan romanı Fadiş, bir
yarışmada ilk on roman arasında seçilmesine rağmen yıllarca raflarda bekler.
Ayşe Kulin 25 yıl romanlarını basacak bir yayınevi arar. Buket Uzuner ilk
romanının hemen hemen tüm yayınevleri tarafından reddedildiğini anlatır. Dövüş
Kulübü'nün yazarı Chuck Palahniuk, ilk kitabını basacak yayınevi bulmak için
uzun ve acılı bir çaba gösterir. Sonradan ünlü bir yazar olduğunda da bu
karanlık dönemi unutmayacak ve "Reddedilmek İçin Yazmak" adlı bir
grup kuracaktır.
Alternatif çözümler!
Kitapları
tabiri caizse peynir ekmek gibi satan Agatha Christie, Çölde Kar adlı polisiye
olmayan romanı şöyle üstünkörü reddedilince hemen kaldırıp köşeye koyacak kadar
iddiasızdır. Yıllar sonra yazdığı ve meşhur dedektifi Hercule Poirot'nun da ilk
defa görücüye çıktığı ilk polisiyesinin geri dönmesini bile doğal karşılasa da başka
bir yayınevinde şansını denemekten geri duramaz (iyi ki): "Müsveddenin
üzerinde hiçbir oynama yapılmadan doğruca geri gönderilmişti. Buna şaşırmadım
-başarıya ulaşmayı beklemiyordum- fakat müsveddeyi başka bir yayıncıya
gönderdim."
Kabul edildi- edilmedi, basıldı- basılmadı
stresine dayanamayan yazar adayları için alternatif çözümler de mevcut. Örneğin
William Blake gibi şiirlerini kağıda bastırmayıp kendi elleriyle bakır levhaya
çizip, resim ve gravür olarak çoğaltmak mümkün. Ya da Horace Walpole gibi
yayınevi kurup hem kendi kitaplarınızı hem de sevdiğiniz yazarları hiçbir baskı
altında olmadan basabilirsiniz. Bu lüksten faydalanan Virginia Woolf,
romanlarının, kocasıyla beraber kurduğu yayınevinde basılacağından duyduğu
emniyetle istediği gibi yazabilmenin ona nasıl bir özgürlük bahşettiğini
yazılarında sık sık vurgulamaktadır.
Yazma bağımlıları
Ne
yazık ki, yazdıklarını ille de yayımlama inadı, ancak sonunda başarılı
olduğunuzda takdir görecek bir meziyettir. Nihayet olayın bir de yayıncı cephesi
vardır ve neredeyse her editörün en az bir tane; yazdıklarında en ufak bir
pırıltı olmamasına karşın benliği yazmak ve yayımlamak azmiyle dolup taşan
yazar adayından çektikleri temalı bir anısı vardır. Yazdıkları başlarda sıkça
geri çevrilen Çehov dahi, bir yazar adayının sıkıcının da fevkinde eseriyle
bunaltılan yazar hikâyesi kaleme almadan duramamıştır. Jean- Marie
Laclavetine'in Adsız Yazarlar Kulübü adlı romanı, hikâyeyi bir de yayınevi
cephesinden anlatır. Ünlü bir yayınevi sahibi, eserini reddettiği bir yazar
adayının canına kıydığını duyunca şok geçirir. Hata kendisinde değildir; eser
cidden basılacak nitelikten uzaktır. Nihayet, kötü yazdıkları habire izah
edildiği halde yine de yeni kitaplar yazıp getirmeden duramayan bu insanların
olsa olsa birer bağımlı olduklarına kanaat getirir. Onlar da tıpkı alkolikler
gibi tedaviye muhtaçtır.
Buraya alınan ya da alınmayan türlü örneğin
gösterdiği üzere kimin gelecekte anlaşılacak bir yazar kimin salt bir
"yazma bağımlısı" olduğunu kesin olarak tespit etmek mümkün değildir.
Son tahlilde kararı tarih verir. Yazar adayına düşen, yılmadan yazmaya devam
etmekten ibarettir.
YELDA
EROĞLU