Tunahan Kahraman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tunahan Kahraman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Vahim



Vahim olaylar oluyor. Gazeteciler tutuklanıyor, vekiller. İnsanlar tutuklanıyor. 
*

Yıllardır boğazlarımızda ki eller daha sağlam sıkıyor bugünlerde ümüğümüzü. 
*

Ama biz zaten yıllardır bu zalimin zulmü ile mücadele etmiyor muyuz ?  Ediyoruz.  Cumhuriyet, Demokrasi, Özgürlük, Barış, Laiklik gibi ağızlarına sakız yaptıkları ve anlamlarını bile bilmedikleri bu kelimeleri tüm faşist pezevenklere öğretmeliyiz. O yüzden bu kelimeleri yaşasın başlığı altında daha yüksek sesle söylemeliyiz. 
Yaşasın Cumhuriyet!
*

Tutuklu yargılanan gazeteci abilerim elbet biliyorlardır ama ufak bir hatırlatma. Özgürlük verilmez, özgürlük hediye edilmez, bağışlanmaz. Hür geldiğin bu dünyada biri özgürlüğüne kast ediyorsa ondan bağış bekleyemezsin. O özgürlük gidilir, alınır. 
Yaşasın Özgürlük!
Yaşasın tutsak bedenlerin hür beyinleri.

Saygıyla. 

paylaş:

Neden Tarkovski Olamıyorum.


Neden Tarkovski Olamıyorum? 

Size yeni başucu filmimden bahsetmek istiyorum. 
Bu film 2014 yılında vizyona girdi, bir çok farklı sinema projesi ve festivalde yer aldı ama benim de param yoktu. Çok olmadı yani filmle tanışalı. 

Sinema hocam bir gün şöyle birşey söyledi; “Bir filmi 1 defa izlemek bir insanla tanışmak gibidir ama o insanı tek defada tanıyamayacağın gibi filmi de ilk seferde iliklerine kadar çözmen pekte mümkün değil, o yüzden filmlerle arkadaş olun, 2, üç, 4 defa izleyin.” 

Bu film, benim yeni arkadaşım.

Sinopsis’i aynen şöyle: “ Bahadır bin bir zorluklarla, iki yakası bir türlü bir araya gelmeden film yapmayı düşünen cesur sinemacılardan biri. Bir tarafta yaptığı işin ağırlığı altında ezilmemek, hayallerindeki filmi yapmak için koştururken; diğer taraftanda ailesi, yakın çevresi ve sevdikleri tarafından durmaksızın bir şeyler yapması için dürtülüyor. Peki şansları tükenmek üzere olan bu genç sinemacı ne yapacak? Hayallerine sırt çevirmek pahasına sevdiklerinin kendisini sokmaya çalıştıkları kalıbı kabul mü edecek yoksa sinemanın kendince pek de büyülü olmayan dünyasında ayakta kalmaya çalışmak için çırpınmayı mı sürdürecek? “ Alıntıdır.

Başlamak gerekirse; filmin ilk sahnesi, hemen başı size birşeyler anımsatmalı. Eğer böyle bir şey olmuyorsa lütfen bunu kimseye söylemeyin :)

Film, bizim gibi tüm körpe sinemacıların en başta karşılaştığı sıkıntıları yine filmin başlarında Bahadır’ın (Tansu Biçer)  anlam yüklü bakışlarıyla anlatıyor. Sağdan soldan toplanılan ekipmanlar, sabit durmayan kamera vs. vb gibi.

Hepimizin inandığı bir senaryosu hiç yoksa bir fikri var ama arkasına sığındığımız şey olmayan para. Bahadır ve sevgilisi arasında ki fon bulma muhabbeti daha şimdiden alnı kırışıklıklarla dolu bütün genç adamların karın ağrısı. “ Ödüllü olman lazım yoksa kimse sallamıyor”

Genelde en yakınlarınla çıkarsın yola ve bu en yakınların sinemacı olmak zorunda değil. Haftasonları can sıkıntısı gidermek için gidilen karanlık bir odadır onlar için salon. Ama işi anlatıp (bildiğin gibi) yapmaya başladığında ilkokul mezunu Hamzullah dayının bile bir diyeceği vardır.  İşte bu ve bu gibi durumlardan sıkılmış bir adam Bahadır. Profesyonellere geldiğinde ise artık o kadar çok işin içindeler ki farklı olanı sıradan olmadığı için izlenmeme korkusuyla kabul etmeyeceklerdir. “ 2 Erkek 1 Kadın - Aşk filmi istiyorlar Bahadır kardeşim” 

Ne sıkıntı varsa onu olduğu gibi yansıtmış bence yeni arkadaşım ve oldukça da samimi. Çekim planları gayet iyi benim biraz takıldığım nokta ise ışıklar oldu. Işık kullanımı yer yer hoşuma gitmedi. 
Diyaloglar ve sessizlikler metin olarak baktığında çok iyi. Böyle tür-süz filmleri seviyorum. Senaristi bile bir tür adı veremeyecektir bence bu film için. 

Ve biz sinemacılar “Çalışıyorum abi” deriz hep. Çünkü hep çalışıyoruzdur. 

Ve film bitti. Filmi anlayamamaktan korkmayın. Tek mesele Tarkovski olmak ya da olmamak. 


Ellerine sağlık Murat Düzgünoğlu.


paylaş:

Ölüye Saygılı Kurbağa Adamlar

         Ölümü hep düşünürüm. Bilindiği kadarıyla tabii. Ve aslında ölümü bu kadar cazip, heyecan verici yahut korku dolu yapan sonrasının bilinememesidir. Bana gelipte kutsal kitaplarda ki devam hikayelerini anlatmayın. Onlar bizim için değil. Bizim için ölüm, ölümdür işte, ölürsün ve hepsi bu, herşey biter.

         Açık olmak gerekirse eskiden inançlı biriydim. Tanrıyla sık sohbet ederdim ama sonra benimle konuşmak istemediğini anladım. Aramız açıldı, neyse.
Boka battığım zamanlarda “eğer büyüdüğümde de böyle olursa intihar ederim” derdim. İntihar etmenin günah olduğunu öğrenip vazgeçtim. Sonra din ile ilgili daha fazlasını öğrendim ve bu kavramın ve bu kavrama yüklü anlamın benim için herhangi bir şey ifade etmediğini anladım.
Evet intihat etmek
Kendi isteğinle ölmek korkakça bir kaçış, farkındayım. Ama kurtulma duygusu insanı bu yola teşvik ediyor. Kalanların ne dediği umurumda bile değil.

         Kısacası benim bir “27” m var. En ufak bir ışıltı görmezsem ölüm çok kolay; mantıklı, sabah 8 akşam 6 ya nazaran akıllıca, sessiz ve dürüst bir hareket.
Hikayem mi ?

         Yalovadan – Çorlu ya dönüyordum. İstanbul trafiği insanı koşarak gitmeye teşvik edecek kadar boktan olduğundan gece yolculuğu yapmayı tercih ediyorum. Terminale ulaştığımda büyük bir hüsran vurdu beni, kulaklığımı yurtta unutmuşum. Yolculuk boktan geçecekti, karanlık olduğu için kitabımda yoktu. Gece 1,55 arabasını beklemeye koyuldum. Bursadan 1 çıkışlı bu arabanın buraya gelmesi daima 2,10 falan olur ama ben her seferinde mal gibi 1,30 da terminalde olurum.
Araç geldi. 20 dk gittik. Feribota bindik. Sigara peketimi alıp hemen indim otobüsün yarısı uyumaya başlamıştı bile, yukarıdan 1 çay aldım. Çay büyük ama ve 3 tl ... neyse. Bir mühendislik harikası olarak tasarlanmış feribotta sigara içilebilir alana geçtim.
Kısaca: Saat gece 2 buçuk, Ocak ayının sonları hava buz gibi –muhtemelen su da- yalnızım ve sikindirik bir feribotta sigara içilebilir alanda yanımda viski içtiğine emin olduğum bir dayıyla sigara içiyorum. Hava soğuk, 3.köprü ne zaman bitecek, bütün yeşil alanların amına koydular falan düşünüyorum. Yaşlı amca “Afiyet olsun delikanlı” dedi ve uzaklaşmaya başladı. “Eyvallah abi” diyecektim ki, iletişim dersinin etkisinden olsa gerek “ Teşekkürler, size de” dedim.

Sonra siyaha daldı gözlerim, bedenimi de çağırdı siyah.

Şimdi atlasam- dedim.
Hemen şimdi.
Zaten yalnızım ve kim görecek? Hava buz, herkes arabasının içinde. Kim bilebilir ki ?
Muavin.
Belki, araç hareketlenince sayar ayıksa ve ahiret turizmin muavini değilse en fazla şoföre gidip “Abi biri eksik” der. Sonrada bir sik olmaz-o kadar.
Annem ve babam uyuyor.
Abimin benim geleceğimden haberi yok.
Ertesi gün abim işine gider, babam sabah namazına. Annem ben gelecem diye börek – kek falan yapar. Sonra babam namazdan döner gelmediğimi görünce kıllanır. Beni arar ulaşamaz. Panik yapar Yalovadan arkadaşlarıma ulaşır. Daha panik yapar Turizm firmasını arar. Haberi alır. Polisi arar. Sonra abimi arar ve abim iş yerinden apar topar büyük bir korku ve telaş ile çıkar.
Ben, o buz gibi siyaha atladım ve saniyeler içinde donarak öldüm. Boğularak değil, yüzme bilmem ama boğularak değil. Üstteki paragrafı hiç düşünmedim. Çünkü öldüm. Çünkü kurtuldum. Cesedim yok. Bir cenaze merasimim olmayacak çünkü kurbağa adamlar kayıp, serseri bir bedenin bulunmaması gerektiğini bilir.

Hayır.
Hayır atlamadım ama bir gün atlayabilirim ve sizin bundan hiç haberiniz olmaz.



paylaş: