Yönetmen:
Michel Hazanavicius
Senaryo:
Michel Hazanavicius
Oyuncular:
Jean Dujardin, Bérénice Bejo, John Goodman
Tür:
Komedi | Romantik | Dram
Yıl:
2011
Süre:
100 dak.
Ülke:
Fransa, Belçika
Dil:
İngilizce (birkaç sözcük)
Hem
sessiz hem de siyah-beyaz! Durun! Bu film yılın hatta uzun yılların en iyi
filmi olmaya aday.
Golden Globe’tan ve Cannes’dan ödüllü, bu yılki Akademi Ödüllerinde aday olduğu 10
daldan Oscar’ları toplayacak olan yine BAFTA Ödüllerinde aday olduğu 12 dalda
ödüllere boğulacak olan bir yapım.
Çağımızda
hem siyah-beyaz olan hem de bu kadar başarılı görülen Haneke’nin The White Ribbon’u
kadar başarılı bir başka film var mıdır bilemiyorum. Control’ü de unutmamak
lazım. Zira eşi benzeri olmayan filmler arasında benim gözümde. Neyse.
George
Valentin çağın ve teknolojinin getirilerine pek de ayak uyduramayan, sesli
sinemanın bir anda ortaya çıkıp yükselmesiyle kendi kendine ve sinema sektörüne
kafa tutup ayakta kalmaya çabalayan, gururlu, sessiz sinemanın en ünlü hatta o
dönemin tek bilinen oyuncusu, Peppy Miller ise garip bir olay örgüsünden sonra
kendisini sinema sahnelerinde gördüğümüz güzel hanım kızımız. Kendisi aynı
zamanda iyi de dans ediyor.
İkisinin
hayatları George’un flaşlara poz verdiği zamanda kesişiyor ve bir anda
aralarında küçük kıvılcımlar çıkıyor, bu da hikayemizin çıkış noktası
oluveriyor. Ardından küçük rollerle kendini sinemanın içinde bulan Peppy,
George’un da yardımlarıyla çıtasını yükseltiyor ve bir süre sonra ulaşmak
istediği yere geliyor. George’un onun dudağının üzerine kondurduğu benin bir
işlevi de yok değil.
Filmin
bir diğer önemli karakteri ise köpek, George kadar komik, onun kadar popüler ve
akıllı. Filmin ilerleyen sahnelerinde çok büyük bir görevinin olduğunun altını
çizelim.
Sinema
hayatı sürüp giderken 1920lerin sonlarına gelindikçe değişen ve gelişen
teknolojiden sinema sektörü de nasibini alıyor. Bir zamanlar görüntünün yanında
sahnenin önünde çalınan müziğin yerine bu kez izlenilen sahneden yükselen ses
bir anda piyasaya can veriyor.
Bunun
yanında sessiz sinemaya hayatını vermiş biri olan George, sessin veremediği
duyguların mimiklerle can bulduğu konusunda ısrarlı ve gururu onu yanlış
tercihe doğru sürüklüyor ve çalıştığı stüdyoyla ilişiğini kesip kendi
çabalarıyla kendi sessiz filmini çekmeye koyuluyor. George’un emekleri ve kendi
sempatisiyle sinemada yükselen Peppy ise stüdyonun yeni genç yüzlerinden biri
oluyor.
Bir
tarafta merak edilen yenilikçi bir hareket, diğer taraftan deneyimli bir düzen
derken harcanan paraların haddi hesabı tutulmuyor. Aynı zamanda beyaz ekrana
taşınan Peppy ve George’un filmleri herkesin de tahmin edeceği gibi yenilikçi
halkın seçimleri yönünde değer buluyor. Derken George’un iflası ve evde
yaşadığı buhran, hayatın sınırına geliyor George ve gururuna yenik düşmüş bir
birey gibi yaşam mücadelesi vermeye çabalıyor.
Arada
olan aşka oluyor, yer yer kendini gösteren aşk, çoğu zaman olduğu gibi gururun
pençesi altında ezilip gidiyor.
George
her geçen gün biraz daha düşerken, Peppy ise basamakları emin adımlarla
tırmanıyor.
Zamanın
mekanlarını, giyimini kuşamını, müziklerini, sessiz sinemanın samimiyetini
bulmak hiç de güç değil bu başarısı es geçilemeyecek filmde.
George’u
canlandıran Jean Dujardin’in çağın oyuncularını canlandırmasındaki aşarı ile
Peppy’e can veren Bérénice Bejo’nun sempatik ve eğlenceli hali filmin içine
girmemizdeki en önemli iki etken.
Açıkçası
uzun yıllar adından söz ettirecek bir yapıda ve daha birçok ödüle layık
görülecek nitelikte.
İyi
seyirler.