Galata Kulesi’ni görüyorum, Topkapı Sarayı’nı görüyorum,
adını ve önemini pek bilmediğim onlarca yapıyı görebiliyorum. Denizi görüyor,
gemileri görüyor, şaşkın şaşkın bakınıyorum. Aslında aklımın alamadığı o
yerdeyim. Kafamı kaldırınca gördüğüm güzellik bana büyük suçlar işlettirecekmiş
gibi hissediyorum. Üsküdar’da küskün ve güneşli bir pazar sabahında kafamın
içindeki çaresizlikle oturuyorum. İçimi titreten endişeler bütünü ve benim hala
anlamadığım korkunç koruma içgüdüm en nihayetinde sokaklarda bırakıyor beni.
Kapıları çarpıp çıkamıyorum, suratıma kapanan kapıların etkisine kapılmışım
çaresizlik içinde dönüp usul usul çıkıyorum, atıyorum kendimi Marmara Denizine
ama almıyor deniz bedenimi o da yorgun ve ağzına kadar dolu. Beni yerleştirecek
bir yer bulamıyor içinde. “Kusura bakma” diyor. “Sorun değil bro başka zaman
artık” diyorum. Yılbaşı çok yakın, doğum günüm yakın kendimi daha önce hiç
görmediğim çaresizlikler içinde görüyorum. Çünkü bu sene doğum günümü
hatırlıyorum.
Yan masamda bir aile oturuyor. Anne, baba ve down sendromlu
çocukları. Anne ile babanın hüznünün kokusunu alabiliyorum. Çocuğun söylediği,
anlattığı her şeyi pür dikkat dinliyor bazen gülüyor, bazen kızıyorlar. Ama
gözlerinin içine saplanmış o hüzün hiç değişmiyor. Düşünmeden edemiyorum, düşünmeden nasıl
edeceksin yan masanda böylesi bir gerçeklik varken. Ailenin çaresizliğinin
yanında benim çaresizliğim mukayese edilebilir mi? Elbette edilemez. Biraz daha
baksam çevremdeki diğer insanlarında çaresizliklerini görebilirim ancak bunu
görmekten çok korkuyorum. Kafamı kaldırıp bakmıyorum insanlara. Çünkü biliyorum
çaresiz insanların ortak noktaları çaresizliklerini gizlemeye çalışmaları ve
bunda hiç başarılı olamamaları.
Üsküdar’dayım. Sevgilim iki sokak yukarıda oturuyor. Evinden
yanıma gelmesi beş dakika ya sürer ya sürmez. Ama gelmiyor ama gelsin
istiyorum. Gözlerim bir sağa devriliyor bir sola. İnsanlar, arabalar geçiyor.
Ağaçlar yaprak döküyor, yan masamdaki aile kalkıyor, evlerin perdeleri bir bir pazar
sabahına açılıyor, deniz dalgalarını ardı sıra kıyılara yolluyor, vapurlar
sürekli sefer yaparak bir o tarafa bir bu tarafa insan taşıyor, iki hırsız boş
olduğuna emin oldukları üç evi sırayla soyuyor, annem iki defa arıyor ama yok
sevgilim gelmiyor.
Elinde sepetle çiçek satan bir abla denizi gören yere oturmuş sigara içiyor fakat denize bakmıyor. Deniz umurunda değil. Oturduğu yerin yanında kök salmış orta yaşlı ağaca bakıyor. Yanına gideyim bir çiçek alayım diye düşünüyor, sonra vazgeçiyorum. Sevdiğim kadınla aramızdaki problemleri çiçekle çözebileceğimi hiç ama hiç zannetmiyorum.
Yorgun gözlerime güneş gözlüğümü geçirdiğimde bir çeşit
trans haline geçiyorum. Sanki çevremden soyutlanıyorum. Sanki herkesi görüyor
ama kimseye gözükmüyorum. Güneş gözlüğümü severim, çıplak gösteren gözlük bir
güneş gözlüğüm iki.
Sigara içen çiçekçi abla kalktı yerine iki kişi oturdu. Kısa
kol bluz, küt kızıl saçlar bu kesinlikle kadın. Deri ceket, kot pantolon, kirli
sakal bu kişi de kesinlikle erkek. Yan yana oturuyor ve denizi izliyorlar.
Bende onları izliyorum. Ben onları izlerken adam kalkıp yakındaki çay ocağından
iki çay söylüyor. Adama böyle bir şey yapmasını söyleyen kesinlikle kadın. Adam
diye başladığım izlenimlerime herif diye devam edeceğim çünkü herif telefonunu
çıkartıp telefonuna bakıyor. Eminim okuması gereken tweetleri vardır. Herif pek
umurumda değil zaten benim ilgimi asıl celbeden kadın. O belediye bankında
oturuşundan, ellerini başının üzerine bağlayıp denizi izleyişinden, ayaklarını
karnına çekip yanındaki herife bakışından onun farklı biri olduğunu
sezebiliyorum. Kadın fotoğraf çekmek istiyor, bedenini yanında duran herife
yaslayıp belediye bankının kol koymak için yapılan kısmına ayaklarını uzatıyor.
Fotoğraftan sonra aynı pozisyonda kalıyor. Kadının yüzüne bütün dikkatimi
toplayıp bakıyorum ve o an kadını tanıdığımı anlıyorum. Bir cumartesi akşamı
tanışıp pazar sabahı görüşmemek üzere evinden ayrılmıştım. Ama Üsküdar
buluşturuyor insanları. Bir tek sevgilim gelmiyor. Arabalardan biri park yerine
girerken başka bir arabaya çarpıyor hasarsız bir kaza, aklımda yer edinmiş
kadınlardan birisi sevgilisiyle manzaranın keyfini çıkartıyor arkasından oturan
benden habersiz, yaşlı Üsküdar çiftleri güneşli havadan faydalanmak için kolkola
sokaklarda geziyor, Gülhane Parkı’nda bir çocuk bütün enerjisiyle oyunlar
oynuyor, saatler geçiyor, en az on kadın şu an kocasından, babasından,
sevgilisinden şiddet görüyor ama yok sevdiğim kadın gelmiyor.
“Sen” diyorum kendime, kendimle konuşurken sen diye hitap
ederim.
“Sen kendini dövüp hastaneye giden ve darp raporu alan
adamsın. Sen Ali Kemal Efendi, korkundan gidemiyorsun iki sokak ötede hasta
yatan sevgilinin yanına, götün uyuşana kadar burada oturman bundan, sen Ali
Kemal sen manyak bir herifsin, çocukken annenin çalıştığı hastanenin morguna
girdiğinde içinde yeşeren huzuru hatırlamıyor musun? Gizlediğin onlarca şeyin
altında kalıyorsun işte. Gizlediğin her şey üzerine geliyor. Her vapura binişinde
atlamak isteğinin verdiği korkuyu gizlemek için bile ‘deniz beni kabul etmiyor’
diyorsun. Kafanın içine yaptığın her gezintide kendini anlaşılmaz problemlerle
baş başa buluyorsun. Ne yapacaksın Ali Kemal, çocukken gizli gizli beslediğin o
tek gözü kör kedi gibi seni bir yere saklamalarını ve beslemelerini mi
bekleyeceksin? Sen kedi değilsin Ali Kemal kimse sen üşüme diye sana ev yapmaz,
cebinden yemek çıkartıp karnını doyurmaz. Sen karton kutuya sığamazsın Ali. Sen
bir liralık mamalarla doyamazsın Kemal.”
Çoğu zaman kendimle ağır konuşurum. Bu genetik bir şey
herhalde çünkü ailemin hepsinde mutsuzluğa genetik yatkınlık var. “Öyle şey
olur mu lan” diyor dilim ama ezan okunuyor, içim kendime ettiğim küfürlerle
doluyor. “Bugün” diyorum. “Bugün her şeyi unutup hiç bilmediğim bir yere mi
gitsem? Hayatımı değiştirecek insanla, babam yerine koyacağım insanla bugün mü
tanışsam? Yeminimi bozup çocukluğumun üzerine ekmek kırıntıları serpip, geçmişe
mi dönsem? Alalım başımızı gidelim Ali Kemal. Karton kutularda da yatarız, kuru
ekmekle de doyarız. Karar verdim Ali, bu sefer ciddiyim Kemal ebedi
istiharatgahımız olacak mezarlıklardan birini seçelim ve ona yerleşelim. Sen ey
Ali Kemal kalk daha öleceğiz.”
Ama sevgilim hala gelmiyor. Ben tek başıma konuşup duruyorum.
İnsanların bazıları bana bakıyor, bir yere gittiğim yok burada duruyorum. Ama
sevgilim hala gelmiyor.