Kuyruk Acısı ve Kertenkele Sığınağı |Doğuş Serçe



Kuyruk Acısı ve Kertenkele Sığınağı

Kertenkelelerin kuyruğunu, bedenlerini kestim ve yaptığım bu iş, hiç hoşuma gitmedi. Ama önemli değildi. Zaten yaşantım hoşuma gitmeyenlerden ibaretti. Sürüngenlerle çocukluktan beri uğraşan ben, sürüngenleştim. “Zaman dönek bir şeydir” derdi dayım. Dayım niye böyle ulvi cümleler kurardı anlamazdım. Zira bu görev onun değildi. Dayımdı en nihayetinde. Böyle cümleler kurmasına gerek yoktu. Ama birinin bana “Kertenkele kesme sonunda sende sürüngen olursun” demesi lazımdı. Fakat bunu söylemesi gereken adamların, kadınların, bilhassa akrabalarımın çoğu toprağın altında sürüngenlere çoktan yem olmaya başlamıştı. Sanırım bizim aile geleneğimizdi bu. Sürüngenlerle, bin türü böcek, haşeratla kan bağımız belki kan davamız vardı. Yaşarken biz onları öldürüyorduk, en azından ben öldürüyordum öldükten sonra da onlar bizimkilerden ziyafet çekiyordu.

On yaşında annemin yanına koşup “Anne, kulağıma kertenkele kaçtı.” dedim. Cevabı netti. Elindeki tabağı mutfak masasına bırakıp “Hangi kulağına?” diye sordu. Gösterdim. Kulağımla yanağıma denk gelecek şekilde tokadını savurdu ve tam isabet tokat, yerine yani yüzüme oturdu. O gün anladım ki kulağından içeriye kertenkele girerse kendini bütün gücünle tokatlayacaktın ya da birinden bu konuda yardım alacaktın. Benim için ikinci ihtimal pek söz konusu değildi.
Çünkü suratıma tokat atacak birini bulamayacak kadar utangaçtım. Ve kulaklarımdan içeriye yıllar boyunca onlarca sürüngen girmesine rağmen atmam gereken o sert tokatları kendime atamadım. İnsana acıyacak, kıyamayacak kimse yoksa bu işi de kendisi üstleniyor ve kendine kıyamıyordu.

Her şeyin ötesinde yaşadığım bu sıkıntının aslında yıllar yılı süren koca bir hayal olduğunu biliyordum. Ama modern zamanlardaydık. İnsanların problemleri, sıkıntıları, yalanları, acınacak halleri olmalıydı. Psikoloji dedikleri bilim bizim gibi insanlar olmasaydı ne işe yarardı? Kulağımdan içeriye çocukken öldürdüğüm sürüngenler giriyor diye bin türlü hap yutuyordum. Sorun şuydu ki haplar, hiçbir işe yaramıyordu. Kimi zaman dozları artıyor, azalıyor fakat hiçbir tesiri olmuyordu. Kafamın içinde yumurtalar vardı. Çalılar vardı. Su vardı. Beslenebilmeleri için beynim vardı. Hep şu soruyu soruyordum kendime “Allahın belası kafam bu kadar büyük olmak zorunda mıydı?” Kafama giren hiçbir şey bir daha dışarı çıkmıyordu. Kendime elektrik verdim çıkan olmadı, kafamı duvarlara vurdum çıkan olmadı. Ve her şeyin nihayetinde tek sonuca vardım.

Bu hayvanlar girdiği yerden dışarı çıkamıyorlardı. Onların çıkması için kafamda yeni bir delik lazımdı. Ve ben öyle bir noktadaydım ki o deliği seve seve açabilirdim. İnsan kendisine acıyacak, kıyamayacak birini bulamadığında bu işi kendisi üstlenir demiştim ya, üstlendiği bu kutsal görevin süresi sanıldığından kısa sürüyordu. Hiç tereddüt etmeden kafama silahı dayadım ve BAM! Kafama bir delik açtım. Ne yazık ki açtığım delik beni öldürmedi. Uyandığımda bedenimi hayatım boyunca eskisi gibi kullanamayacağımı öğrendim. Beynime kertenkelelerden daha fazla zararı saniyeler içinde vermiştim. Beni bulanların hepsi odanın içinde, kafamın yanında onlarca kertenkele gördüklerine yemin ettiler. Ve dayanamayıp bütün gücümle bağırdım.

“Buna inanmanız için kafama bir delik açmak zorunda mıydım? Hepsi, bunların hepsi sizin 
yüzünüzden!”

Ya gerçek sandığım şeyler koca bir hayaldi ya da tam tersiydi. Bedenini eskisi gibi kullanamayan, beyninin bir kısmını kurşunla yakan adam olarak hayatıma devam ettim. Buna devam etmek denirse, kesinlikle devam ettim. Ama yeni bir soru vardı kafamda.

“Buna devam etmek denilebilir miydi?”

paylaş:

0 YORUM:

Yorum Gönder