Geçmiş Zamanın Aynası, Bugünün Yansıması
Akıl, zamanın ve insanın dengesiz iç gerçekliğidir. İşlevi
olmayan bir toz taneciğiyim ben. Bütün işlevleri içinde biriktiren. Saatleri, aklımı, geçmişi, şimdiyi aynı
potada eriten görkemli bir karamsarlığım. İnsan ilişkilerinin yabancısı,
listelenmiş fobiler bütünüyüm. Birini sevmek yetmez. Sevdiğim birini içimde
öldürmenin ve mucizeyle onu yeniden diriltmiş olmanın tam ortasında şaşkınlıklar
içerisindeyim. Arkama bakıyorum. Öngördüğüm her şeyin aslında geçmişin
hissiyatlı çirkin yüzü olduğunun az evvel farkına varıyorum ve bu hiç kolay olmuyor.
Tanrım, korkunç çığlıklar atıyorlar. Aklıma yerleşen
senaryolar, içine düştüğüm vahim durumlar, unutulmaya tam yüz tutacakken
unutulmamış yüzlerce mesafe aklımda geziniyor.
Yüzümün kızarması bundan, yüzlerinin kızarmaması umurlarında olmamamdan.
Geçmiş, kapatılması gereken bir gayya kuyusudur. Yaşadığını
merak eder, bir daha, bir daha, bir daha yaşamak istersin. Biliyorum yaşadım! Boğuldum,
uçamadım. Arkamda bıraktığımı zannettiğim geçmiş önümde yürüyordu. Boynu,
sırtı, saçları, kalçaları, ayakları bana aitti. Hiç uyanamayacak olmanın eşsiz
erdemine, önüme geçmişi katarak yürüyor, yaklaşıyordum. Yapılan her yanlışı
siliyordum, yaptığım hiçbir yanlış silinmiyordu.
İtibarı için yaşayan herkesin anlayabileceği tek durum
vardı. Dönmek. Dünya’da dönüp dolaşıp farklı zamanda aynı yerde durabilme
sancısı. Kimsenin anlayamayacağı o refleksif hareketler. Kırılmış kalplerin
zaman sayesinde keskin yerlerinden arınması, uyanış, geçmişe nefretle bakış, anne
özlemi, mastürbasyon nefesleri, sinir sebepli titremeler, aynı yerde durmanın
vakurluğu ve utancı, salağa yatma ve bu yatıştan uyanamama durumu.
Masanın üstü, defter ve kitap, bayat simit, sarı bez, üç
tabak birinde meyveler, tuzluk, işlenmiş yer fıstığı, tam buğday ekmeği, Fanta
ve Tuborg, bozuk kulaklık, kirli bir sütlaç kabı, küllük, iki cüzdan, aklım ve
zamanım ve geçmişim ve ellerim ve kalbim ve sabahın sekizi.
Takıntı, aynı şarkının farklı durumları yiyip bitirmesi
durumudur. Birazdan ilk vapur seferi kalbimden kalkacak dönüp dolaşıp aynı iskeleye yaklaşacak. Çok kötü durumda olduğum bir gece hiç unutamadığım o rüyayı
görmüştüm. Her insanın yaşadığı yıllar toplamında bazen kötü olmaya hakkı
vardır. O rüya şuydu ya da şuna benziyordu; ben yani rüyanın başkahramanı
elimde yepyeni bir bıçakla sevdiklerimin geçmişinden parçalar kesiyordum. Kestiğim
onlarca parça vardı ve ortalıkta tek damla kan yoktu. Sevdiğim onlarca insan geçmişlerinin
o sığ, o düzensiz, o bedbaht kısımlarından kurtulduklarında tüy gibi hafifliyor
fakat teşekkür bile etmeden benden uzaklaşıyordu. Ben ise onlardan
kopardığım bütün parçaları yiyip, öğütemeyip kusuyordum. Sonra uyandım. Aklımın
ertesi gün nasıl dolu olduğunu anladım. Boşaltmam lazımdı, boşalıp yeniden
dolmam lazımdı.
Baş tanrı Zeus, kızı Athena’yı kafasının içinden çıkartmış.
Athena, Zeus’un
kafasının içinde gelişip olgunlaşmış ve dışarıya çıkmış.
Hephaistos elindeki baltayla yarmış Zeus’un kafasını ondan korka korka. Tanrı Zeus neredeyse onu öldürecek olan baş
ağrılarına dayanamayıp -ki Zeus ölümsüzdür-. “Hephaistos" demiş. "Başım çatlayacakmış gibi
ağrıyor, artık dayanamıyorum. Alnıma hızla keskin baltanı vur. Korkma sen
emrimi yerine getir, ben başıma ne geleceğini biliyorum. '' Tanrı’nın kafasında
olgunlaşan Tanrıça kim bilir neler biliyordu? Belki de Zeus’un düşündüğü her
şeyi belleğine kaydediyordu. Ve şimdi benim de kafamda bir yumru var.
Olgunlaşan, büyüyen, düşündüğüm her şeyi duyan bir bebek var. Kafamı yarmak,
içindeki geçmişi çıkartmak istiyorum. Ve evet, geçmiş benim tek çocuğum kafamın
içinde, biliyorum orada bir yerde. Ama neden ben? Ben bir tanrı değilim.
Aslına bakılırsa ben biri bile değilim. Söylesene Zeus neden ben?
Bugün, dünden kalanlar ve yarına taşınacak olandır. Ben
bugünümü yıllardır sırtımda taşıyorum ve bunu dünleri toplaya toplaya yapıyorum. “Tahmin et” diyorum kendime. “Tahmin et
bu nasıl acı veriyor ve beni ne kadar mutlu ediyor.” Geçmişime ithaflı bir
küfür mektubu yollamak istiyorum. Bana acı verenlere beni mutlu edenlere, bir
deklarasyon yayımlamak istiyorum. Ve evet ben hala isimsiz mektuplar
yolluyorum. Ancak bu mektupların hiçbir zaman yerine ulaşmayacağını biliyorum. Gönderdiklerim
belli, mezar taşlarına isimleri kazılı olanlar mektubun alıcıları.
Yarın pembe pijamalarıyla uyanan kadın, şişmiş gözleriyle
bana bakacak ve kahve isteyecek. Dün bunu taşıdım, bugün bunu biriktirdim ve
bu sahnenin hayalini kurabilmek için nasıl mücadeleler verdim. Şimdi görenler, tanıyanlar beni çıplak ellerimle bu
durumun hayalini kurabilmek için kaç kişiyi öldürdüğümü bilmeyecek.
Sabah dokuz. Annemi aramak istiyorum, arayıp “Anne bu sefer
başardım, hayal kurdum ve gerçekleşmesi olağan bir hayal. İnan bana, istersen
gelip gör. Evet, anne iyiyim ben, beni merak etme. Haydi görüşürüz” demek istiyorum.
İtibar, o da ne? Ne kadar itibarın varsa at çöpe. Taşıma
onu, yapma. Uzat ayaklarını, sahi en son ne zaman uzattın ayaklarını? Bugün işe
geç kal. Okula gitme. Bugün ayaklarını uzat Güneş’e kadar uzat ki ayakların ısınsın.
Bugün uzat ki yarın yürüyebilesin. İtibarı için yaşayan herkes mutsuzluğa, geçmiş takıntısı ve saplantısına mahkumdur. Mahkum olma, kurtul itibarından. Sırtında taşıdığın her şeyin ne kadar hafiflediğini göreceksin.
0 YORUM:
Yorum Gönder